Sanat tarihinin, diğer bir çok “şey”in tarihi gibi erkekler tarafından yazılmış olduğu aşikâr. Neden hep sanat tarihine yön veren akımların önderleri erkek mesela? Bu sorgulama yapılmaya başlandığı anda isimleri hiç anılmayan ama aslında çok büyük işler başarmış kadınlarla tanışmaya başlıyorsunuz. Bu sorgulama, bu nedenle çokça önemli.
Sürrealizmi düşününce aklımıza gelen pek çok isim var: Salvador Dali, Man Ray, Luis Bunuel, Andre Breton, Rene Magritte… Bilinçaltıyla ve modernizmin sonuçlarıyla yüzleşmede hiçbirinin önemi yadsınamaz. Çoğu sefer anmayı unuttuğumuz isimler pekala var. Claude Cahun? Biraz da onu tanısak? Zamanın çok ötesinde bir sanatçı ve önder…
Claude Cahun, Lucy Schwob ismiyle dünyaya geldi. Claude ismini kendine cinsiyetsiz bir isim olduğu için verdi ve aslında sonrasında yaptığı işler de “cinsiyetsizliğin” izlerini taşıdı hep. Çağdaşı olan erkek sürrealist sanatçılar tarafından çoğu zaman “marjinal” olarak tanımlandı. Çocukluğunun birçok açıdan zorlayıcı geçmesi ve baş etmek durumunda kaldığı ruhsal bozuklukların izleri de fotoğraflarına melankolik bir hava katıyor. Cahun’un tarzını oluşturan parçaların birçoğu özel hayatının yansımaları olarak karşımıza çıkıyor, ki bu bize kendini açtığını ve ulaşmayı hedeflediği kitleden kendini saklamadığını gösterir. Eserlerinin çoğu, otoportrelerden oluşuyor ve aslında arka plan bilgisi olmadan bakıldığında anlaşılmaması olası. İşlerinin hepsi birbirini tamamlar nitelikte. Dolayısıyla Cahun’u anlamaya çalışırken tek işten yola çıkmaktansa, otoportrelerinin hepsini bir bütün olarak incelemek çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Fotoğraflarına baktığımızda en çok gördüğümüz motiflerden bir tanesi yansımalar oluyor. Bu yansımalarla işaret ettiği toplumun dayattığı “iki”likler. Cinsiyet rollerinin dayattığı kalıplar, iyi-kötü, doğru-yanlış… Hep bir seçim yapmak zorunluluğu hissettiğimiz ikilikleri Cahun tekrar tekrar önümüze getiriyor. Kurtulmamız gereken zincirlerimizle önce yüzleşmemiz gerektiğini hissettiriyor, tıpkı kendi yaptığı gibi.
Kimliği “inşa edilmiş” bir yapı olarak gören Cahun, 1928de çekmiş olduğu bu otoportre için “Bir maskenin altında başka bir maske. Bu maskeleri çıkarmaya hep devam edeceğim” diyor. Her gün oynadığımız, üstlendiğimiz farklı rolleri hatırlatıyor.
1920de çekmiş olduğu otoportrede, baktığı ve aslında biraz da “bakmadığı” yerle klasik Avrupa sanatının en büyük normlarından birini kırıyor: “Ben sana bakmıyorum ve senin objen değilim”. Saçının kazınmış olması ve toplumsal olarak herhangi bir cinsiyetin özelliğini fiziksel olarak taşımaması ise yeniden ikiliklere ve kalıplara yaptığı bir gönderme. İçinden çıkamayacağımızı sandığımız normların ne kadar kolay yıkılabileceğini fotoğraflıyor. Yaklaşık 100 yıl önceden sesleniyor bize, günümüzde hala tartışılan toplumsal cinsiyet kavramını ve akışkanlığını tüm çıplaklığıyla bize anlatıyor.
Kollarımı Açıyorum’da (I Extend My Arms), taşın içine neredeyse tümüyle gömülmüş bir vücudun elleriyle birine, bir yere ulaşmaya çalışıyor olduğu aşikâr. Eller, bir şeyi tutmaya çalışıyormuş gibi duruyor. Cahun’un çok da mutlu geçmeyen çocukluğunu göz önünde bulundurduğumuzda bu fotoğrafı bir yardım çağrısı olarak okumamız da mümkün. Ya sanatıyla dokunmak istediklerine ya da belki ondan en uzakta olan ve asla dokunamayacağını düşündüklerine…
Her büyük sanatçı gibi Cahun da büyük bir aşk yaşamadı mı? Ömür boyu partneri olan Marcel Moore, hayat boyu cinsiyet rollerini ve bilinçaltının sınırlarını sanat yoluyla sorguladığı ve çoğu zaman fotoğraflarının arkasında olan kişi. Cahun’un sürekli işaret ettiği ikiliklerden bir tanesi de aslında kendi hayatında vardı. Moore, Cahun’un başka bir versiyonuydu ve bu ikilik diğer kısıtlayıcı ikiliklerin aksine Cahun’un yaratıcılığını besleyen bir faktör oldu. Cahun’u dinlerken aslında Moore’un sesinin yankılarını işitiriz. Toplumsal cinsiyet normları dışında yaşanan bir büyük aşk, Cahun’un çağdaşları için oldukça “marjinal” hatta.
Cahun’un sesini 100 yıl sonra duymak, fotoğrafın ve kelimenin gücüyle onunla konuşabilmek demek. Hayatın çerçevesini her zaman zorlayan, olması gerekenin neden olması gerekiyormuş gibi gösterildiğinin ardındakini hep sorgulayan ve sorgulatan sanatçı. Kadınlığın, erkekliğin ve diğer tüm ikiliklerin ortasında sanatını ve aktivizmini birbirine müthiş bir uyum içerisinde karabilen sanatçı. Tanışıklığımızın olması gereken onlarca sürrealist sanatçı var misal; evet Dali’yi tanımak lazım. En az Dali’yi tanımak gerektiği kadar Cahun’la da tanışmış olmak lazım, tıpkı onun bize kollarını açtığı gibi ona zihnimizi açmak gerek belki de. Bugünün sanatını bugünden çok önce yarattığı, bugünün meselesini 100 yıl önce dillendirdiği için ufak bir teşekkürü borç bilirim. Kollarımı açıyorum.
Kaynakça:
http://www.theartstory.org/artist-cahun-claude-artworks.htm#pnt_1
http://www.bbc.com/culture/story/20160629-claude-cahun-the-trans-artist-years-ahead-of-her-time
http://fryemuseum.org/exhibition/80/
http://www.tate.org.uk/art/artists/claude-cahun-10611
https://www.artrabbit.com/events/claude-cahun-beneath-this-mask-sidney-cooper-gallery
Ayşe
Müthiş bir yorum. Yüreğine sağlık.
Serpil
Süper !! Ellerine, emeklerine sağlık ??