“Dünyadaki her şey kötüye gidiyor!”
“Her şey kötüye gidiyorsa, biz de kötüye gidelim o zaman!”
Tuhaflık, varoluş ve tüketim toplumu üzerine söylenecek ne kadar çok şey varsa, hepsinin bir film içinde olabilecek an en garip haliyle karşımıza çıkarıldığını düşünelim. Dünya zaten batmışsa mesela, neden delirmeyelim ki? Aklı başında olmak için hiçbir sebep olmadığını anlayan Marie adlı iki kadının, etraflarında gördükleri ne varsa zarar vermelerini ve tüketmelerini konu alan Daises izlemesi son derece eğlenceli; fakat bir o kadar da zor olan bir film olarak sunuluyor. Filmin içeriği Sovyet Rusya’nın sınırlarını zorlarken stili ise alışıldık sinema anlayışının sınırlarını zorluyor. Film, alışıldık dışı tarzı ve konusu nedeniyle bir süre yasaklandı, zaten eril düzenin getirilerini her fırsatta elinin tersiyle iten iki kadının 60lı yıllarda yasaklı olmaması şaşılacak bir durum olurdu.
Birçok açıdan devrimci bir film olan Daisies anlam bütünlüğünlüğünden son derece uzakta ve aslında Sürrealizm ve Dadaizmden aldıkları göz önünde bulundurulduğunda anlam bütünlüğünün olmaması normal karşılanmalı. Karakterler bir filmin içinde olduklarının son derece farkındalar ve bu farkındalığı umursamaz bir şımarıklık içerisinde sömürüyorlar. Kadınlara hazlarından kaçmaları, kendilerini herhangi bir şekilde tatmin etmenin hakları olmadığı öğretilirken Marie ve Marie yaptıkları her şeyi haz almak için yapıyor. Varoluşun temeline hazzı koyuyorlar çünkü zaten “çivisi çıkmış” olan bu dünyada varoluşlarını anlamlandırmak için başka bir yol yok zaten. Bu okumaya devam edildiğinde varoluşlarını anlamladırmaktan kaçtıklarını ve bu yolda sürekli tükettiklerini söylemek mümkün.
Yemeği ve erkekleri tüketmek hatta harcamak dışarıdan bakıldığında “israf” veyahut “ahlaksızlık” olarak yaftalanmaya çok müsaittir; fakat savaşın devam ettiği, sömürünün her geçen gün yeni bir form alarak daha da meşru kılındığı bir dünya düzeninde Marieler’in yaptığı esas ahlaksızlık olmaktan çok uzaktır ve aslında esas ahlaksızlığın yani sömürü toplumunun bir eleştirisidir. Fakat filmin sonunda Marie ve Marie, film boyu yaptıkları “taşkınlıklar” sebebiyle cezalandırılıyorlar. Filmin yönetmeni olan ve yine bir kadın olan Věra Chytilová burada bizlere göz kırpıyor. Anarko-feminist bir anlayışla bir film çekmiş olsa dahi, neticesinde kendimizi eril zorlamaların pençesinde bulabileceğimizin de son derece farkında. 60lı yılların siyasi gündemini meşgul eden komünizm-kapitalizm ikiliğinde kadınların yeri aynı olmaya mahkum, kendi alanını yaratmadığı sürece kadın bir sömürü objesi. Sömürüye karşı çıktığı ve öğretilerin aksine hazlarının peşine düştüğü müddetçe özgür.
İçeriğiyle paralel olarak sinematografisi de çoğunlukla devrimci ve alışıldık dışı nitelikler taşıyor. Bazı sahneler siyah beyazken, bazılarında canlı renkler görüyoruz.Rus konstrüktivizm akımının montaj tekniği ve Dada akımının kolaj tekniğinin bir filmde bir araya gelmesi izlemeyi bir miktar zorlaştırıyor olsa da Avant-Garde sinemanın en iyi örneklerinden biri olan bir filmden aksi beklenemezdi. Aslında olabildiğine negatif olan bir filmin bu denli neşeli ve deneysel bir sinematografiyle sunulması yine içerikle paralel ilerliyor. Ani sahne atlamaları hem 60lar ortamının gerginliğini yansıtırken hem de filmin yüksek enerjisini besliyor, dünyanın yıkıcılığıyla daha da yıkıcı olarak savaşan iki kadın: Yıkıcılığın yapıcılık ihtimaline değiniyorlar aslında.
Davranışları kadar diyaloglarında anlam aramak da gereksiz bir çaba oluyor bizim için. Dedikleri genel anlamda son derece anlamsız gözükse de diyalogları hayatın anlamsızlığı üzerine çok şey söylüyor: -Niçin “Seni seviyorum” diyoruz? Neden sevgimizi göstermek için “yumurta” demiyoruz?- Dilin sınırlarını zorlamak üzerine yaptıkları bu denemeler aslında gündeliğin sıradanlığını sorgulamanın gerekliliğini hatırlatıyor. Bundan 52 yıl önce ya da şimdi, dünya yanlışsa biz de o yanlışın bir parçasıyızdır. Bu yanlışın içinde devinip durmamak için bi miktar delilik ve bu deliliğin ardında durabilmek için bir miktar cesaret gerek.
Serpil
Tebrikler !! Yorumun çok başarılı ve etkileyici ! Duygularına ve kalemine sağlık. En kısa zamanda yeni yazılarında buluşmak dileğiyle…
Sema Laçin
Sizi gönülden kutluyorum???