Korkunun Merkezine Yolculuk: “Suspiria”

Korku; gündeliğin kaçınılmaz gerçeği ve insanlığın en güçlü silahı. Hepimizin içinde bulunan bu silah, kimi zaman bizi iten bir güçken; aslında çoğu zaman aklımıza zincir vurur. Bu silahı etkin kullanabilmek ve bazen de etkisiz hale getirebilmek için korkularımızı tanımamız, onları aklımızın en karanlık köşelerinden çekip çıkarmamız gerekir. Korkuyu yaratma potansiyeline sahip oluşumuzu kabullenmemiz, bu tanışmanın ilk aşamasıdır aslında.

Tarih, güç kaybetme korkusuyla karşı karşıya kaldığında katliamlar gerçekleştiren, “dışlanma” korkusuyla herkesi kendine benzemeye zorlayan liderlerle dolu. Bu liderlerle ortak paydamız ise aynı kötülük potansiyeline sahip oluşumuz. Bu potansiyeli besleyen nihai korkuyu yenebilmek, benliğimizi deşmekle mümkün ancak. Korkularımızı beyaz perdede izlemek aslında başkasının korkusuna tanıklık etmemiz demektir ve mutluluğun aksine korku, paylaşıldıkça azalacaktır.

Suspiria, 1977 yapımı bir İtalyan filmi ve aslında 1960-1980 yılları arasında İtalya’da baş gösteren Giallo* türünün en değerli örneği. Korku sinemasında bir devrim niteliğinde olan Suspiria, birçok eleştirmen için “İtalyan Hitchcock” yani Dario Argento tarafından yazılmış, tasarlanmış ve çekilmiş olan bir başyapıt.

Argento’nun, Edgar Allan Poe’dan ve Shakespeare’den etkilendiği göz önünde bulundurulduğunda, gotik ögelerin Suspiria’da çokça yer alması şaşırtıcı değil. Argento, korkularıyla bu yazarları okuyarak yüzleşmeye başlamış ve kabuslarını sinema aracılığıyla ortaya çıkararak bu yüzleşme sürecini tamamlarken bir yandan da korkuların paylaşımı için bir platform yaratıyor. Ölüm kadar soğuk, kaçınılmaz bir gerçeği sinematografinin tüm olanaklarını kullanarak sunabileceği en görkemli şekilde sunuyor. Ölümü güzellemek, ölümden korkmadan yaşamanın bir yolu… Argento bu yolu seçiyor.

Film, Amerikan bir dans öğrencisi olan Suzy Bannion’ın Almanya’ya çok prestijli bir dans okuluna eğitim almaya gelmesiyle başlar. Burada geçirdiği süreç içerisinde kahramanımız diğer karakterlerin aksine, okulda süregelen mistik olayları ve vahşi cinayetleri göz ardı edemez. Söylenenlerin aksine, cinayetlerin başka sebepleri vardır ve bunu sezen kahramanımız, okulun her köşesinde saklı olan ipuçlarını takip eder ve sonucunda inanmadığı doğaüstü varlıklarla karşılaşır: Cadılar. Suzy’nin inanmayışının ardında, bilinmeyene karşı olan korkusu yatmaktadır çünkü cadıların varlıklarıyla yüzleştiği vakit, onlarla başa çıkması gerektiğinin farkındadır.

Suspiria, izleyicisine bir kabusa tanıklık ettiğini sürekli hatırlatıyor. Hiç kesilmeden arka planda çalan film müziği, Alman ekspresyonizminin etkilerinin görüldüğü keskin gölgeler, bu keskinliğe eşlik eden neon ışıklar izleyiciye kaçma şansı tanımıyor. Mekanlar, yalnızca Suzy Bannion için değil izleyici için de bir labirent haline dönüşüyor ve bu labirentten çıkmanın tek yolu doğru olduğuna inandıklarınızı unutmaktan, bilinmeyeni anlama yolunda aklın sınırlarını zorlamaktan geçiyor.

Filmler, bizlere dokundukları kadar kalıcı; bize fark ettirdikleri kadar varlar. Suspiria, birçok açıdan çok yorucu ve akılda kalıcı bir macera sunuyor bizlere. Bu maceraya dahil olabilmek demek, içimizdeki “şeytan” ile barışabilmek demek. Güzel sunulan bir cesedin hoşumuza gidebilme potansiyelini kabul edebilmek demek. Böylece korkularımız bizi güçsüz kılan düşmanımız olmaktan çıkıp, bizi besleyen yegâne dostumuz olacaktır.

“Suspiria’yı izlediniz”

 

*Giallo: 1960lı yıllarda İtalya’da baş gösteren, korku-gerilim sinemasının alt kategorisi olarak sayılan türdür.

 

Leave a Reply

8 comments

  1. Ayşe Demirbaş

    Ellerine sağlık

  2. Serpil

    Harika bir film eleştirisi olmuş, ellerinize, emeklerinize sağlık. Devamını sabırsızlıkla bekliyoruz…..

  3. Oğuzhan Karakuş

    Değerli terakki mezunu yazını okudum ve çok beğendim başarılarının devamını diliyor. Üniversite hayatinda basarilar diliyorum.

  4. Şükran alp

    Çok güzel olmuş eline sağlık

  5. Dilek Akar

    Cok guzel ve aciklayici bir yazi olmus. Emegine saglik.

  6. Mehmet

    Güzel bir film eleştirisi ve aynı zamanda usta bir kalemin yorumu okuyormuş gibi hissettim.Ellerinize sağlık..

  7. Ozan

    Çok beğendim kardo. Kaliteli bir yazı olmuş. Gururumuzsun.

  8. Nurcan

    Eleştiriden çok etkilendim. Çok ustaca ve edebi bir dille yazılmış. Bu filmi izlemedim ama çok merak ettim. En kısa zamanda izleyeceğim. Teşekkürler:)