Nicolas Winding Refn Sineması 101

Neon sinematografinin revaçta olduğu 21.yüzyıl sinemasında Nicolas Winding Refn kendine epey sağlam bir yer edinmiş durumda. Neonu yalnızca estetik olarak tatmin ediciliğinden ötürü değil, aynı zamanda filmlerinin içeriğini beslediği için kullanan bir yönetmen. Bir miktar yüksek olan egosu, onu “dünyanın en iyi yönetmeni” olmak için doğduğuna inandırmış olsa da sonrasında daha olası bir hedef belirleyerek “kendime bir tarz belirleyip, bunda en iyisi olacağım” demiş, ki sanırım benim gibi neon sinematografi severler gerçekten Refn’in bu konuda son zamanların en iyi yönetmeni olduğunu söyleyeceklerdir.

Refn sinemasından bahsedip Argento’nun adını geçirmemek olmaz. Ki Dario Argento’nun Tarantino ve Kubrick gibi popüler kültürde de yer edinmiş yönetmenlere dahi ilham verdiği düşünüldüğünde Refn’in filmlerinin Argento’yu anımsatması son derece normal. (Argento’nun “Suspiria” filmini yazmış idim ilk yazımda, okumayanları şöyle alalım: Korkunun Merkezine Yolculuk: Suspiria). Refn’in neona bu denli tutunmasının bir sebebi de renk körü olup ara renkleri göremiyor olması, bu yüzden filmleri her zaman yüksek kontrastlı. Bu bakımdan sinemaya tutunduğunu söylüyor, yani aslında sinema her şeyin mümkün olabileceği hayal-gerçek arasında sıkışmış bir dünya onun için. Sinema “herhangi bir handikapın büyük bir avantaja dönüştürülebileceği bir alan”.

Drive (Sürücü) 2011

Her şeyi anlamak için genel bir acele içerisinde olduğumuz şu zamanlarda Sürücü sinemanın sabır gerektirdiğini anımsatır nitelikte. Bir aksiyon- suç filminin niteliklerini taşıyor olsa da Hollywood’da görmeye alışık olduğumuz gürültülü aksiyon filmlerine hiç benzemiyor Sürücü. Hatta janrının özelliklerine ters düşecek derecede sakin bir film. Los Angeles’ı hayallerin gerçekleştiği yer olarak görüyoruz Hollywood sinemasında hep.

“Sürücü”

Refn bu algıyı da değiştiriyor ve Los Angeles’da geçen bir masal yaratıyor. Yalnız her şeyin toz pembe olduğu ve prensin sonunda prenses ulaşıp evlendikleri masaldan çok farklı bir masal. Kovalamaca, kan ve korku dolu bir masal. Aslen Danimarkalı olan ve Hollywood sinemasının Avrupa sinemasından arakladıklarıyla kendini var ettiği gerçeğini dile getirmekten hiçbir zaman çekinmeyen Refn, Hollywood klişelerini yıkmaya meyilli olduğunu Sürücü’de yarattığı masalda -hatta belki anti masal demek daha doğru olacak- da gösteriyor. Ryan Gosling’in canlandırdığı ana karakter yani “Sürücü” mesela soru sorulmadığı sürece ya da herhangi bir sebepten dolayı konuşması gerekmedikçe konuşmuyor. Bizler de onunla birlikte susuyoruz ve arabasında pop müzik dinleyerek ilerlerken ona eşlik ediyoruz, dolayısıyla hareketlerini okumaya alışıyoruz. Yani sinemanın asıl amacına, görselleri okumaya hizmet ediyoruz.

Refn sinemasının gücü: Yalnızca bir kare ile dört karakterin ilişkisi

 Only God Forgives (Sadece Tanrı Affeder) 2013

Sürücü’nün devamı olarak görülen bir film olsa da Sadece Tanrı Affeder, tema olarak çokça farklılaşıyor. Refn’in en kötü kritik aldığı filmi olmasına karşın bence en güçlü filmlerinden bir tanesi. Tayland’ın “yeraltı” kültürünün gerçekliğini kurgusal bir düzlemde sunmuş. Batılı suç filmlerinin estetiğini doğu dünyasıyla harmanlayarak rahatsız edici derecede güzel neo noir bir suç filmi yapmış Refn. Argento’ya benzer olarak Refn’in izleyiciye sunduğu alan, gerçekçi bir rüya niteliğinde. Bangkok’un sokaklarını, barlarını, striptiz klüplerini gösterirken neonu kullanma biçimi sürreal mistisizmin parçalarını taşıyor ve rüya atmosferini epey güçlü kılıyor böylece. Filmdeki tanrı figürü, yani polis memuru tanrının kılıcı olarak karşımıza çıkıyor.

Karmanın sağlayıcısı “Tanrı”nın kılıcı

Hem Hristiyan hem de Budist öğretilerinin birleşimi olarak karmayı tamamlaması gereken kişi olarak görüyor kendisini. Dini sembolizm filmdeki birçok sembolizmden yalnızca bir tanesi ve temaları intikam, seks, fahişelik, öfke ve röntgencilik olan bir filmin özellikle psikolojik sembolizmlerle dolu olmaması işten değil.

Sembolizm: Macbeth göndermesi- yıkadıkça elden çıkmayan kan, kir

Oedipus kompleksini işlemesi bakımından da Hitchcock’un Psycho’suna çokça gönderme yapıyor. Sadece Tanrı Affeder’in hissettirdiklerini sizlere tümüyle aktarabilmeyi çok isterdim fakat görselleri bu denli güçlü olan bir filmi yalnızca izlemenizi söyleyebilirim, ki izleyince göreceksiniz belki bir Oldboy değil ama Uzakdoğu estetiğini ve intikam temasını öyle etkili birleştiriyor ki sanırım Oldboy’a yakın bir etki bırakıyor.

The Neon Demon (Neon Şeytan) 2016

Sinemada izleme fırsatı bulduğum tek Refn filmi ve kelimenin tam anlamıyla büyülenmiştim. Ele aldığı konu, yani moda sektörü epey kırılgan aslında.  Bir yandan sektörü fetişize ederken öbür yandan da en şeytani taraflarını ortaya çıkarıyor. Refn’in de dediği gibi bu film tarzını en belirgin olarak yansıttığı filmi, tarzından hiç kısmaması ve tamamen kendini dinleyerek film yapmasından kaynaklı olacak ki Neon Şeytan da kritikler tarafından epey eleştirildi. Ölüm ve güzellik, veyahut ölümü güzelleme temaları korku sinemasında özellikle çok işleniyor. Mario Bava’nın Kan ve Siyah Dantel’i (Blood and Black Lace) gibi ölümü güzellemeyi moda sektörü üzerinden yapıyor. Zaten genç kızların kendilerini aç bırakarak ölümün eşiğine geldikleri fakat bunu bir güzellik kıstası olarak gördükleri bir sektör mevzu bahis olduğu için Refn’in bu seçimi tıpkı Bava’nınki gibi çok yerinde. Filmin başından sonuna kadar neyin gerçek olup neyin olmadığını anlamak mümkün değil. Bu nedenle Refn’in tarzının en keskin olduğu film, daha açılış sahnesinde Elle Fanning’i koltukta yatarken gördüğümüz andan itibaren başlayan bir muammalar silsilesi var.

Açılış sahnesi

Refn, yine tarzı gereği diyaloğu en aza indirip görsellerle konuşmayı seven bir yönetmen dolayısıyla Neon Şeytan’da da daha ilk sahneden başlayarak bu tarzın yoğunluğunu hissediyoruz. Macar seri katil Elizabeth Bathory’i bilirsiniz, bakire kanıyla yıkanır genç kalmak için. Refn de bu efsaneyi alıp moda sektörüne uyguluyor, ne de olsa Elle Fanning’in karakteri (Jesse) saf güzelliği ile öne çıkan ve herkes tarafından aranan bir model. Öyleyse onun kadar iyi olmak için yapmak gereken belli, en azından diğer modeller için.

“Bakire kanında” yıkanan Ruby

 

Kaynakça

Cinematographer Natasha Braier on The Neon Demon

Nicolas Winding Refn, Drive

Drive Analysis: Existential Heroism

https://www.theguardian.com/film/2016/jul/10/the-neon-demon-review-nicholas-winding-refn

‘The Neon Demon’ – Beauty, Witches, and Prolific Serial Killer Elizabeth Bathory

Leave a Reply

1 comment

  1. Sema temel

    Güzel filmler muhtesem.yonetmen guzel bir yazi ? emegine saglik devamini bekliyorum