Merhaba GazeteBilkent okurları !
Bildiğiniz üzere, GazeteBilkent yazarı olmayanların “misafir yazar” olarak içeriklerini bizlerle paylaşması mümkün. 1 Eser 3 Üniversitesi yazı dizimiz de tam olarak bu konseptten yola çıkarak oluştu. Bu noktada, farklı üniversitelerde okuyan öğrencilerin ortak çalışmalarının ürünleri nasıl olur sorusu bizlere ilham verdi. Böylece kültür ve sanat konularıyla ilgili olan her okurumuz için onların da yazabilecekleri yeni bir içerik hazırlamaya karar verdik.
Süreçten bahsetmem gerekirse, öncelikle yeni yazı serimizde 3 farklı üniversitede okuyan öğrenciler tanışıyorlar. İlgi alanlarından, zevklerinden, sanata dair düşüncelerinden bahsediyorlar. Devamında, öğrenciler ortak beğenilerinden yola çıkarak birlikte yazacakları kültür sanat içeriğine karar veriyor. Sonrasında karar verdikleri içerik onlarda nasıl karşılık buluyorsa bireysel olarak yazıyorlar. Dilerlese, akademik bir üslup dilerlerse lirik bir dil. Hem biz GazeteBilkent ailesine hem de siz değerli okuyucularımıza yeni bakış açıları sunabilmeleri tek kriterimiz. Yani bizim için önemli olan, kendilerini ifade etmeleri.
Yazı serimizin üçüncü grubunda Ufuk Üniversitesi’nden Mete Doğukan Beyaz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Ecem Neslişah Meral, Boğaziçi Üniversitesi’nden Aslı Güneş Doğan yer alıyor. 12 KIZGIN ADAM hakkında yazdılar. İlgileri için ve ortaya çıkardıkları bu güzel yazı için onlara teşekkür ederim.
Mete Doğukan Beyaz, Ufuk Üniversitesi, Hukuk
12 Kızgın Adam filmi 1957 yapımı, siyah beyaz olarak çekilmiş, adalet kavramı üzerine yoğunlaşan bir Sidney filmidir.
Bir adam öldürülmüştür. Suçlu olarak mahkeme karşısına çıkan kişi, ölen adamın oğludur. İddiaya göre, çocuk babasını öldürmüştür. 12 kişiden oluşan bir heyet toplanır ve çocuğun suçlu olduğuna karar verir. Mahkeme günü gelip çatmıştır. Çocuk idama mahkûm edilecektir. Davaya bakan hâkim, jürinin yeniden toplanmasını ve kararlarını gözden geçirmesi gerektiğini söyler. Jüride bulunan 11 kişi çocuğun suçlu olduğunu söylemektedir. İçlerinden birisi çocuğun suçsuz olduğunu ve idam edilmemesi gerektiğini söylemektedir. Bir odada toplanan jürinin işi zordur. Çocuğun suçsuzluğuna inanan ve bu konuda tek başına olan jüri üyesinin işi daha da zordur. İkna etmesi gereken 11 kişi ve idam sehpasından indirmeye çalıştığı bir çocuk vardır.
Bu kült eserin zihinlerde yarattığı en temel mücadele noktası ise hiç kuşkusuz,adalet ve kaosun ilişkisidir.
Adalet ve kaos arasındaki ilişki şu şekildedir; insanların tamamı potansiyel suçlulardır. Yani her insan, her an, her suçu işleyebilecek potansiyele sahiptir. Buna katil olmak da dâhildir. Ancak kişinin işlediği suçtan ötürü ceza almasının tek bir haklı sebebi olabilir. İşlediği suçun kanıtlanması gerekmektedir.
İşte 12 Kızgın Adam filminin odaklandığı nokta tam olarak budur. Adalet, kaos oluşturmadığı,haklıya hakkını verdiği müddetçe adalettir. Yoksa adalet kavramı da insan tarafından icat edilmiş ve içi insan tarafından doldurulmuş bir kavramın ötesine geçmemektedir.
Kavramlar ve semboller toplumları yönetmek açısından önemlidir. Umuyoruz ki bir gün gerçekten adalet kavramının içerisinin dolu olduğu bir toplum yapısına sahip olabiliriz.
12 Kızgın Adam, adalet sistemine getirdiği eleştiriler ve önyargıların olumsuz sonuçlarını çarpıcı bir şekilde işlemesi, oyuncuların üstün performansı ve birçok küçük detayı ile bir başyapıt. Hepsinden önemlisi film, sahip olduğu insanî ruh, sorgulayıcı güç ve küçük olasılıkları mümkün kılma yeteneği ile seyirciye empati ve olaylara farklı açılardan bakma erdemlerini kazandırır nitelikte. Bir sanat olarak sinemanın seyirci üzerindeki yaptırım gücünü anlatabilmesi açısından izlendikten sonra insanı değiştiren filmlere de bir örneklik oluşturmakta aynı zamanda.
Ecem Neslişah Meral, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği
Yılın en sıcak gününde , havalandırma çalıştırılmayan dar ve kapısı kilitli bir odada , 18 yaşındaki bir gencin hayatının sonlandırılması üzerine karar vermek için gelmiş 12 tane kızgın adam …
1957 ABD yapımı bu film esasen Reginald Rose’un aynı ismi taşıyan televizyon oyunundan beyaz perdeye uyarlanmıştır ve o dönemde renkli filmlere ilginin büyük olmasına rağmen siyah beyaz çekilmiştir. Toplamda sadece 3 mekanda çekilen bu film düşük bütçeyle neler yapılabileceğini gözler önüne sermiş ve kült filmler arasında yer edinmiştir .
Mahkeme sahnesiyle başlayan filmde sanık koltuğunda 18 yaşında , babasını bıçakla öldürmek ile suçlanan ve savunma avukatı tarafından tek kelime ile savunulmamış bir genç oturuyor . Kenar bir mahallede doğup büyümüş , küçükken annesini kaybetmiş , babası hapiste yatmış . Kendisi de 1,5 sene ıslahevinde kalmış . Cinayet günü babası ile şiddetli bir kavga etmiş ve alt komşu cinayeti duyduğunu söylerken karşı komşu da gördüğünü söylüyor . Suçlu profiline tam oturan bir geçmiş , mahkemede cinayeti çocuğun işlediğine yemin eden iki adet tanık ve katilin çocuk olduğuna işaret eden delillere bakarak on iki jüri bir karar vermeli .
En ufak bir şüpheye sahip oldukları takdirde çocuğun suçsuz olduğunda karar kılmalılar . 12 jürinin de aynı kararı vermesi gerekiyor . Jüri çocuğu suçlu bulduğu takdirde yargıçlar affa izin vermeyecek . Bu bilgileri alan jüri odalarına geçer . Bir kısmı hemen bir karara varıp gitmenin peşindedir , sanki verecekleri karar bir insanın hayatı üzerine değilmişcesine . Jüri numara sırasına göre oturur ve biz hep jürileri numaralarıyla tanırız , isimleriyle değil . Çünkü konu kişiler üzerinden değil karakterler üzerinden yürümektedir . Karşımızdaki 12 adamın da karakterleri ve sosyal sınıfları birbirinden oldukça farklıdır .
İlk oylama dakikalar içerisinde yapılır ve 11 kişi çocuğun elektrikli sandalyeye oturmasında hemfikirdir . Fakat Henry Fonda’nın canlandırdığı karakter hiçbir şeyin bu kadar kesin olamayacağını ve bir insanın hayatına dair verilecek kararın detaylı tartışılması gerektiğini savunur .Oy birliğini bozan jüriye anında tepki gösteren jüriler teker teker ikna etme çabasına girerler . Sırayla söz alıp konuşan jürilerin tezlerini dinledikçe karakterlerini yakından tanımaya başlıyoruz . Hepsi inanmak istedikleri sonuca inanmak için gerekli olan gerekçeleri görüp sorgulamaksızın gerçek olarak kabul etmiş durumdadırlar . Hatta sorgulamanın tamamen gereksiz ve mantıksız olduğunu vurgularken kendi açıklamalarında mantıktan ziyade önyargı ve dogmatizm göze çarpmaktadır .Adeta sorgulamaktan korkmakta ve kaçmakta olan belli karakterler hemen kendilerini belli etmektedir .Öyle ki aralarından biri “ Çok fazla düşünürsen kafan karışır .” diyecektir ilerleyen dakikalarda . Kendi gerçeklerine öylesine inanmışlardır ki farklı bir pencerenin fikri onları tedirgin etmektedir . Eğer yanılıyolarsa itibarları zarar görebilir .
Oylamalar tekrarlandıkça ve deliller tartışıldıkça oyların değişmekte olduğu görülür .Çocuğun suçsuz olduğuna inananların sayısı arttıkça suçlu olduğunu düşünenler tedirgin olurlar ve panik haline bürünürler . Oyunu değiştiren herbir jüri adeta hain muamelesi görür .“Herhangi bir tarafa sadık kalmak zorunda olduğumu sanmıyorum. Sadece sorular soruyorum.” repliği bu noktada etkileyici bulduğum repliklerden oldu .
İlerleyen dakikalarla beraber de tansiyon da oldukça artar. Bu gerginliği seyirciye geçirebilmek için filmin başında göz hizasının üzerinde geniş açılı lensler ile konumlandırılan kameralar gittikçe göz hizasının altına kayar ve görüntü büyüten mercek kullanılır. Böylece seyircinin klostrofobi hissi tetiklenir.
Tansiyonun yanı sıra sesler de yükselmektedir. Olayı tamamen öznelleştirmiş jüriler için bu bir yarış halini almıştır ve çocuğun suçsuz olduğunu düşünen herkes onlar için birer düşman gibidir. Yanılabileceklerine inanmazken, öfkeli konuşmalarında kendi tezlerini birer birer çürütürler. Dinlemekten aciz bir tavra bürünmüş bir şekilde bağırışları ile düşmanlarını sindirmeye çalışırlar. Bağırmaktan başka çareleri yoktur çünkü delillerin detayına inildiğinde kendi tezleri geçerliliğini yitirmiştir. “Yalan onlarla beraber doğar.” ve “Onları suçlamıyorum. Bu onların doğası.” cümlelerindeki onların “onlar” olarak ötekileştirilmelerinin tek sebebi zengin bir ailede değil fakir bir mahallede doğmuş olmalarıdır. Filmde bir başka ötekileştirilen grubun suçu ise bu defa doğduğu mahalle değil de ırkı olmuştur.
Vicdan muhasebesi, önyargı, çoğunluğa uyma içgüdüsü temalarının çok gerçekçi işlendiği bu filmde insanlık üzerine düşündürecek oldukça fazla detaya yer verilmiş. Karakterlerin her biri oldukça başarılı düşünülmüş , bazıları fazla öne çıkarılırken bazıları arka planda tutularak gerçek hayat yansıtılmıştır. İnsanların düşünme şekilleri ve düşüncelerini değiştirme sürecinde yaşadıkları sancılar filmin en etkileyici bulduğum yönleri oldu . Ayrıca delillerin farklı olasılıklar değerlendirilerek yorumlanması hiçbir şeyin kesin olamayacağı düşüncesini destekler niteliktedir .
Alıntı yaptığım replikler filmi izlediğiniz takdirde sahnelerle beraber daha çok anlam kazanacaktır . Beğenimi kazanmış bir diğer replikle yazıyı sonlandırmak istiyorum .
“ O sizi duyamaz . Hiçbir zaman duyamaz . Oturun . “
Aslı Güneş Doğan, Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji
12 Angry Men, ele aldığı konular ve bu konuları ele alış bicimiyle 96 dakikalik süresi içinde kendisini kült denildiğinde akla ilk gelecek filmler arasına koymayı başarmış bir uyarlama film. Filmde babasını öldürdüğü düşünülen bir çocuğun davasında, ifade ve delilleri tartışarak çocuğun suçlu olup olmadığına karar vermesi gereken on iki jüri üyesini izliyoruz. İzleyen herkesin kendi içindeki insanlık, adalet, dürüstlük, vicdan gibi farklı temalardaki değerleri sorgulatacak nitelikte bir yapıt olduğu aşikar. Ben filmin izlendiğini varsayarak bu sorgulamaları izleyiciye bırakıp, filmin seyirciye bu sorgulamaların daha etkin şekilde yapılmasını sağlayan detaylarına değinmek istiyorum.
Baştaki kısa mahkeme sahnesi ve küçük aralıklarla giren tuvalet sahneleri dışında bütün film tek bir odada geçmekte. Jüri üyeleriyle birlikte seyirci de odadaki yerini alıyor ve odanın içine “hapsoluyor”. Jüri odasına girdiğimiz ilk dakikalarda on iki üyeyi de görecek şekilde yerleştiriliyoruz seyirci olarak ve gerek karakterlerin fiziksel ve kisisel detaylarından gerekse mahkeme delillerinin içeriğinden uzak tutuluyoruz. Yakın olarak -ve sadece bir kez- çekimi yapılan tek karakter suçlamanın odağındaki çocuk, bu da karaktere duygusal yaklaşmamıza olanak sağlıyor daha filmin en başında. Filmin bu kısımlarında duygu ve düşünce olarak bütün üyelere nötr halde seyirci, fakat yine de filmin içinde kalmaları sağlanıyor: jürilerin konustukca birbirlerini anlamaya başladıkları gibi seyircinin öğrenişi de bu realitenin içinde seyrediyor. Yapılan ilk oylamada 11’e 1 oy ile çocuğun suçlu olduğuna karar verilse de yasalar geregi oylar 12’ye 0 olana dek tartışmak durumunda kalıyor jüriler. İşte bu tartışmalar doğrultusunda da karakterlerden gelmeye başlayan farklı fikirlerle seyircinin kendi düşüncesi şekillenmeye başlıyor.
İlerleyen dakikalarda kameranın yavaşça karakterlerin yüzlerine teker teker yaklaşmaya başlamasıyla her bir karakteri tanımaya biraz daha yaklaşıyoruz. Kendilerini ifade ederlerken kullandıkları jestler, misal akşamki maça gitmek isteyen jürinin sıkça saati kontrol etmesi ya da sıcaktan bunalan jürinin yine sıkça bozuk vantilatörü kontrol etmesi; konuştukça yüz ifadelerinde değişen mimikler onlar hakkında daha fazla bilgiyi sezmemizi sağlıyor. Düşüncelerinin yanında duygularını anlamaya başlıyoruz. Örnek verecek olursam bu geçişkenlik Call Me by Your Name filminde de mevcut: aşık olunulan yaşça büyük erkek karakterin yüzünü filmin neredeyse yarısı boyunca yakından göremiyoruz. Bize diğer ana karakter tarafından aktarılan düşünce bu karakteri yüceltmek yönünde, ona karşı duyduğu büyük hayranlık duygularının temel teması. Bir noktadan sonra artık karakterin yakın çekime alınmaya başladıktan sonraki yüz ifadeleriyle, aslında onun da -bize düşündürülenin tersine- en az diğeri kadar kırılgan ve oldukça duygusal olduğunu görebiliyoruz. Burada tabii ki iki film arasında bağlam yönünden bir benzetme yapılmasa da, karakterleri daha doğru anlayabilmek açısından etkili olan bu yönetimin kullanılmış olması paralelliği var. Fikirler ve duygular birleşince karakterde bir bütünlük yakalanıyor, film bırakmak istediği etkiyi bırakmaya seyirciyi daha da içine alarak biraz daha yaklaşıyor, insanlari vicdanlarını da göz önünde bulundurmaları için yönlendiriyor.
Sadece on iki ana oyuncuyla çekilmiş olmasına rağmen karakterlerin bize tanıtılmamasının nedeni ise -isimleri söylenmiyor- yine filmin amacına hizmet eden bir tercih. Önemli olan neyi kimin söylediğinden ziyade neyin ,nasil, hangi düşünceyle şekillenerek, hangi amaca hizmet edecek şekilde söylendiği. Seyirci en başından filmin içine alınıp o odaya yerleştirilmiş durumda. Seyircinin kendi kafasında bağlantı kurabildiği karakter, filmin içerisinde o belli
seyircinin kendisini, o belli düşünceyi temsil ediyor. Tabii bu belli düşünceler film boyunca gelişip değişiyor: başta 11’e 1 suçlu düşüncesini 12’ye 0 suçsuz yönünde değiştiren bir gelişim.
Son olarak değinmek istediğim filmin o dönemin şartlarında renkli çekilebilir olmasına rağmen siyah beyaz olarak çekilmesi. Yine amaca, yani düşündürmeye hizmet edilerek görsel zenginlik göz ardı ediliyor. Bu bence aynı zamanda karakterleri filmin kendi içinde bir noktada da sabitlemekte. Jürilerin birbirlerinden ayırt edilebilecek yönleri görsellikleri ile değil kafalarının içindekilerle sağlanmak isteniyor, ki basarili da olunuyor görüldüğü üzere. Ayrıca 96 dakika boyunca hapsolunan bir odanın gerginliği ve stresi de daha etkin geçiyor seyirciye bana kalırsa.
Bir filmi çekmenin çok fazla yolu var. 12 Angry Men filmini unutulmaz yapan da sadece değindiği temalar değil, çekiminde kullanılan ve filmin amaçladığı ana sorgulatmayı seyirciye işleme seviyesini yukarılara taşıyan, izlerken yaşadığımız hissiyattan biraz geri çekilip baktığımızda fark edebileceğimiz bu detaylar.
-”I just want to talk.”
-“ What’s there to talk about? Eleven of us think he’s guilty. No one had to think about it twice except you.”