Merhaba değerli sinemaseverler!

Bu ayın yazısı, Hollywood’a dair bir başarısızlık hikayesini oldukça ilginç bir olay örgüsüyle anlatan Mulholland Drive hakkında olacak. Uzun zamandır izlemek istediğim bu Lynch klasiğini bir süre önce Netflix’e gelmesiyle sonunda izleme fırsatı buldum. Başından itibaren anlaşılması zor olaylarla ilerleyen ve bir yerden sonra iyice kafa karıştırıcı bir noktaya gelen Mulholland Drive, üzerine düşünülüp hakkında biraz araştırma yapılınca görüldüğü üzere aslında oldukça basit bir hikayeyi fazlasıyla etkileyici bir şekilde anlatan bir film. Ben de okuduğum analizlerle kendi yorumlarımın karışımını bu yazımda sizlerle paylaşmak istedim. Yazının devamı film ile ilgili sürpriz gelişmeleri ele veriyor, bu nedenle filmi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim.

Naomi Watts, Justin Theroux ve Laura Harring isimlerini başrolde izlediğimiz Mulholland Drive, bir dans yarışmasından bir kesit ile başlıyor. Sonrasında arabada iki adamla giden bir kadın görüyoruz. Bu iki adam arabayı durdurup kadına silah çekerek onu arabadan indirmeye çalışırlarken başka bir arabanın onlara çarpmasıyla kadın başından yaralanmış bir şekilde olay yerinden kaçmayı başarıyor. Ardından bir adam, Winkie’s Diner’da devamlı gördüğü bir kabusu bir arkadaşına anlatıyor. Devamında Betty (Naomi Watts) adındaki naif, güzel ve yetenekli genç kızın “Hollywood Hayali”nin peşinden orada yaşayan teyzesinin evinde kalıp oyunculuk seçmelerine girmek için Los Angeles’a gelişini görüyoruz. Son olarak da ünlü bir yönetmen olan Adam Kesher(Justin Theroux)’ın filmine oyuncu seçtiğini ancak Hollywood’un “ağır abileri” tarafından istemediği birini filmin kadın başrolüne almak zorunda bırakılışını izliyoruz. Filmin Hollywood’a karşı ilk eleştirisi de bu şekilde karşımıza çıkıyor. Bu birbirinden bağımsız beş sahneyi izledikten sonra bizim için hikaye tam anlamıyla başlamış oluyor. Betty, seyahate giden teyzesinin evine vardığında araba kazasından kaçmış olan kadını evde duşa girmiş bir şekilde buluyor. Bu genç kadının teyzesinin misafiri olduğunu hemen kabullenen Betty, kendini Rita olarak tanıtan bu kadına hızlı bir şekilde ısınıyor. Rita’nın sorunu ise bir hafıza kaybıyla karşı karşıya olması. Zaten oldukça ilginç başlamışken, bir de Betty’nin bu anormal duruma fazlasıyla normal yaklaşımı izleyiciyi daha da şaşırtarak bir rahatsızlık hissi uyandırıyor. Daha baştan oluşan bu rahatsızlık hissi filmin en son sahnesine kadar izleyicinin peşini bırakmayacak kadar güçlü.

Çok geçmeden bu iki genç kadın Rita’nın başına gelenleri araştırmaya başlıyorlar. Bu araştırmaya tanık olurken bir yandan da aralarda yine anlam veremediğimiz, birbirinden bağımsız sahneler izlemeye devam ediyoruz; bir kiralık katilin bir görev sırasında yaşadığı gülünç olaylar, Adam Kesher’ın filminin kadın başrolü konusundaki direnişi ve bu süreçte karşısına çıkan kovboy… Daha sonra Betty ve Rita’nın Diane Selwyn ismiyle karşılaşıp onu bulmaya gitmeleriyle ana hikaye daha da ilginçleşmeye başlıyor. Bu araştırmanın yanı sıra Betty katılmak için geldiği oyunculuk seçmelerine de gidiyor ve çok başarılı oluyor, odadaki herkes tarafından hayranlıkla alkışlanıyor, ancak bunun üzerinde fazla durmadan film bu iki genç kadının Diane Selwyn’in evine gidişlerine geçiyor. Burada ise Diane’in ölmüş olduğunu görüp filmin ilk dehşet verici anına tanık olmuş oluyoruz. Film ilerledikçe bu ana hikayeyle bütün bu bağımsız olayların bir şekilde birleşeceğini hissediyoruz, çünkü normal bir filmde öyle olması gerekir, ancak film Rita’nın bazı şeyleri hatırlayıp Betty’yi gece vakti bir gösteriye götürmesiyle daha da sürreal bir hal alıyor. Sahnedeki adamın “Bu bir ilüzyon.” cümlesini tekrar ettiği bu sahneden sonra, filmin başında Rita’nın çantasından çıkan mavi bir anahtarın kilidini bulmalarıyla, o zamana kadar izlemiş olduğumuz film sona eriyor ve aynı karakterlerin bambaşka rollerde oldukları farklı bir filme geçiyoruz. Bu noktada da şimdiye kadar izlediğimiz filmin bir rüya, daha doğrusu bir uyuşturucu sanrısı olduğunun ve bundan sonrasının bize gerçekliğe dair kesitler göstereceğinin farkına varıyoruz.

Gerçeklikte olaylar çok daha karanlık tabii. Baştaki rüyada Betty olarak izlediğimiz kişinin aslında genç kadınların araştırdıkları Diane Selwyn’in ta kendisi olduğunu öğreniyoruz. Elbette Diane, Betty gibi ışıl ışıl, başarılı bir genç kadın değil. Hollywood’a Betty ile aynı hayallerle gelmiş olmasına rağmen o başarıyı yakalayamamış, büyük hayallerle yola çıkıp büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşan o insanlardan biri. Daha da kötüsü, sanrısında Rita olarak tanıdığımız kişi, Diane’in hem hayallerini yaşayan hem de aşık olduğu Camilla’dan başkası değil. Ona neredeyse bağımlılık derecesinde bir sevgi beslemesine rağmen Diane, ünlü yönetmen Adam Kesher ile evleneceklerini duyduğunda hem hayallerini çalan hem de kalbini kıran bu kadını öldürtmek için bir kiralık katil tutuyor. Bu adam da tabii sanrı sırasında gördüğümüz, beceriksiz ve gülünç kiralık katil. Bu sahnelere yavaş yavaş tanık oldukça baştaki sanrının aslında Diane’in yaşamak istediği hayat olduğunu görüyoruz. Orada oldukça naif, mutlu ve başarılı. Seçmelere gittiğinde herkes ona hayran kalıyor. Kendisine ait olmasını istediği Camilla/Rita ise onun yardımına muhtaç. Gerçek hayatında sahip olamadığı ne varsa bunları parça parça ekleyerek gerçeklikte yaşanan olaylar sırasında tanıdığı veya çevresinde gördüğü insanlarla donatıyor bu sanrısını. Camilla’yı öldürttüğü için duyduğu suçluluğu ise sanrısında kiralık katilin beceriksiz oluşundan, yani Diane’in içten içe katilin bu görevi başaramamasını dilediğinden anlıyoruz.

Diane’in hem aşk hayatındaki hem de kariyerindeki bu büyük başarısızlıkları, Hollywood’a ciddi eleştiriler de getirir nitelikte. Bu devasa sektörün binlerce insanın kanına girip zamanla onları sefil hale getirdiğini, bize yansıtılan bu başarı hikayelerinin ardında çok daha büyük hayal kırıklıklarının ve mahvolan hayatların varlığını bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Bu iki aşığın henüz Hollywood’a ruhlarını vermemiş halleri arasındaki sevgi ve dayanışma ne kadar güçlüyse, başarı hırsının ve tutkunun onları getirdiği noktanın da bir o kadar acı olduğunu görüyoruz. Bir kadının hayallerine ve gerçeğine odaklanarak bu büyük gerçekliği eleştiren Mulholland Drive, benim burada bahsedebildiğimden çok daha fazlasına sahip. Dikkatli bir şekilde izlerseniz burada tek tek bashedemeyeceğim kadar çok ayrıntı ve sembol barındırdığını siz de göreceksiniz. İnce detaylarla tek tek işlenmiş bu Lynch klasiği, kült oluşunu kesinlikle hak eden bir yapıt.

Kaynaklar

https://www.bbc.com/culture/article/20160822-why-mulholland-drive-is-the-greatest-film-since-2000

https://www.rogerebert.com/reviews/mulholland-drive-2001

https://www.kaanintavsiyesi.com/kesfet/david-lynch-imzali-konusu-ve-kurgusu-ile-beyin-yakan-film-mulholland-drive-analizi-32

https://www.slashfilm.com/the-quarantine-stream-mulholland-drive/

Leave a Reply