Hayat, Hayaller ve Gerçekler Olarak İkiye Ayrılmak Zorunda Mıdır?

Noah Baumbach ve Greta Gerwig, filmleri Marriage Story ve Little Women ile bu sene de Oscar Adayları arasında yerlerini almış durumdalar. Benim bahsedeceğim film ise bu iki başarılı yönetmen ve oyuncunun yer aldığı, 2012 yapımı Frances Ha filmi. Hayata dair önemli dersler veren bu oldukça başarılı filmi ancak birkaç hafta önce izleme fırsatı buldum. Kolayca içselleştirilebilecek ve birçok kişinin kendinden bir parça bulabileceği bir film, kesinlikle tavsiye ederim.

Yazımın devamının Frances Ha filmi ile ilgili sürpriz gelişmeleri ele verdiğini belirterek analizime başlıyorum.

Film bize New York’ta yaşayan dansçı Frances(Greta Gerwig)’in hayatından kesitleri gösterecek şekilde ilerliyor. Filmin başında Frances’in en yakın arkadaşı Sophie(Mickey Sumner) ile yaşadığını, oldukça hayat dolu, sürekli küçük çılgınlıklar yaparak yaşayan, hayatını geleceğini planlamak yerine anı yaşayarak sürdüren birisi olduğunu görüyoruz. Baumbach bu ilk izlenimi izleyiciye filmin ilk on dakikasında vermeyi başarıyor. Frances’in fazlasıyla özgür ve çocuksu olduğunu ve ne kadar eğlendiğini göstererek izleyicide az da olsa bir imrenme hissi uyandırıyor. Sevgilisi ona birlikte yaşamayı teklif ettiğinde ise Frances bu rüya yaşamını geride bırakmak istemeyip eninde sonunda sona ermeye mahkum bu dönemi arkasında bırakmayı naifçe reddediyor. Hayatının sonuna kadar böyle devam edebileceğine, her şeyin aynı kalabileceğine kendini adeta inandırmış bir karakteri izliyoruz. Frances’in ne kadar hayalperest ve saf bir karakter olduğunu görüyoruz.

Tabii hayat filmin başında izlediğimiz gibi toz pembe devam etmiyor. Frances’in hayatının böyle devam etmeyeceğine dair ilk ipucu ile, en yakın arkadaşı Sophie’nin onu daha güzel bir semtte yaşamak için terk edişiyle karşılaşmış oluyoruz. Sophie’nin bu seçimi, insanların gençlik yıllarını geçip yetişkinliğe adım attıklarında önemsedikleri değerlerin değiştiğini, kişilerin olgunlaşarak yalnızca anı yaşayıp eğlenmektense daha konforlu, güvenli ve garantili bir hayata geçiş yapmayı tercih ettiklerini anlatıyor. İlerleyen sahnelerde tanıdığımız, Sophie’nin yeni sevgilisi Patch de bu yeni planı tamamlar nitelikte. Düzenli bir işi ve varlıklı bir ailesi olan Patch, neredeyse Frances’in tam tersi olan bir karakter; Frances çocuksuluğu temsil ederken Patch olgunluğu, yetişkinliği temsil ediyor, ve artık Sophie’nin hayatında Frances’ten çok Patch’e yer olduğunu görüyoruz.

En yakın arkadaşı tarafından terk edilişinin ardından Frances, hayallerine bir süre daha tutunmayı başarıyor. Lev(Adam Driver) ve Benji(Michael Zegen) ile tanıştıktan kısa süre sonra onların yanına taşınıyor. Onlarla yaşadığı süreçte de, eskisi kadar olmasa da hala anı yaşayan ve gençliğini koruyan biri olmaya devam ediyor, taa ki bu sefer karşı koyamayacağı bir gerçeklik yüzüne sertçe çarpana kadar: parasızlık. Hayalleri beklediği şekilde ilerleyemeyen Frances, çalıştığı firmada beklediği ilerlemeyi gösteremeyince dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde yaşamayı karşılayamayacak hale geliyor ve ideallerinden bir adım daha uzaklaşmak zorunda kalıyor. Bir süre ailesiyle kaldıktan sonra çalıştığı dans şirketinden bir tanıdığı olan Rachel(Grace Gummer)’ın yanında kalmaya başlıyor. Bu noktada Frances’in kesinlikle ait olmadığı bir çevreye girmek zorunda kaldığını görüyoruz. Rachel, Frances’in aksine çok daha olgun, ayakları yere basan bir karakter. Rachel’ın arkadaşları da çoğunlukla evli, çocuklu, düzenli işleri olan insanlar. Bu kişilerin arasında Frances adeta ‘tuhaf’ kalıyor, bir şey söylediğinde çevresindekilerin garip bakışları ile karşılaşıyor, anlaşılamıyor.

Bir sonraki kesitte ise Frances’in çalıştığı şirketten çıkıp eski üniversitesine döndüğünü, orada normalde yapmak istemeyeceği, hayallerinden çok uzak olan çeşitli işler yapmak zorunda kaldığını görüyoruz. Bu kesit, Frances’in hayatındaki dip noktayı temsil ediyor. Filmin başlangıcındaki hayatından çok uzak olan bu yeni hayatta Frances severek yaşadığı New York’tan, birlikte zaman geçirmeyi sevdiği kişilerden, sanatından çok uzakta, fazlasıyla yalnız ve hayal kırıklığı içinde. Etrafı kendisinden çok daha genç insanlarla çevrili. Hayatının hiç gelmeyeceğini düşündüğü bu noktasından onu çekip çıkaran olay ise, üniversitede düzenlenen bir etkinlik sırasında Sophie ile karşılaşmasıyla gerçekleşiyor. Uzun süredir baş başa vakit geçirmeyen iki arkadaş bu karşılaşmanın üzerine bir gece birlikte kalıyorlar. Sophie’nin bu fazlasıyla ayakları yere basan, ‘yetişkin’ hayatından ne kadar bunaldığını, başta düzenli bir hayat fikri kulağa hoş gelse de zamanla bu fikrin bütün hayalleri içine çeken bir kara delik olduğunu anlamış olduğunu görüyor Frances. O noktada da hayatını hayalleriyle paralel bir şekilde devam ettirmek için ne yapması gerektiğini görüyor. Hayatın hayaller ve gerçek hayat olarak ikiye ayrılmak zorunda olmadığını, para kazanmak için ideali olmayan bir iş yapmak zorunda kalsa da bir yandan tutkuyla yaptığı hayali olan dansçılığı da devam ettirebileceğini idrak ediyor. Sonuç olarak da bunu yapıyor. Düştüğü yerden kalkıp hayatına devam ediyor, hem de kişiliğinden hiç taviz vermeyerek.

Filmin son sahnesinde de Frances’in yönettiği bir dans gösterisini izliyoruz. Bu gösteriyi izlemeye hayatının farklı kesitlerinde önemli yerlere sahip farklı kişileri geliyor. Bu kişilerin hepsi, Frances’in bugün olduğu kişi olmasına yardımcı olan, onun hayatına iyi ya da kötü bir şekilde dokunmuş insanlar. Bu sahnede bu kişiler, yüzlerinde bir gülümsemeyle Frances’in eserini izlerken sonunda onun ayakları yere basan ancak ideallerinden vazgeçmeyen bir kadın olmayı başarmış olduğunu idrak ediyorlar. Frances ise sahnenin arkasında heyecanla gösterisini izliyor.

Kaynaklar

Best thing you’ll see all week: Frances Ha

https://www.sabah.com.tr/galeri/sinema/frances-ha-filminden-kareler/3

Büyük şehrin küçük kadını: Frances Ha

Frances Ha (2012)

Hayalleriyle Dans Etmeye Çalışanların Hikâyesi: Frances Ha

Leave a Reply