Fransız sürrealist şair Paul Eluard, 1895’te Paris yakınlarında, Saint Dennis’te doğmuş, muhasebeci bir babanın ve terzi bir annenin oğlu. Dönemiyle hep bir alıp-verememenin içerisinde olan bir aydın kuşağının yetiştirmiş olduğu en önemli şairlerden birisi. Sanat kariyerine öncelikle bir Dadaist olarak başlayan şair, dada akımının meşhur tekniklerinden olan kes-yapıştır tekniğiyle başarılı şiirler yazmıştır. İki dünya savaşı ve İspanyol İç Savaşı gibi karanlık dönemlerin eşiğinde sanat icra etmeye çalışan şairin ve onunla aynı görüşü paylaşan dostlarının dönemin siyasal olaylarına kulaklarını tıkaması ise kuşkusuz kaçınılmazdır. Litérature dergisi etrafında toplanan André Breton, Philippe Soupault ve Louis Aragon gibi dönemin gençlerini arkasına alan şair, sürrealizm akımını hayata geçirmiş ve bu okul doğrultusunda eser vermeye başlamıştır. Sanatçının ve aydının toplumdaki rolünün tartışılmakta olduğu zamanlarda, hem Dadaizm hem de Sürrealizm akımları kapalı bir anlatıyla da olsa her zaman toplumun safında yer alınması gerektiğinin altını çizmekten hiçbir zaman gocunmamışlardır. Revizyonist fikirleri nedeniyle dadaist dostu Tristan Tzara ile Fransız Komünist Partisi’nden ihraç edilen Eluard, barış ve özgürlük için verdiği mücadeleyi yalnızca aydın sınıfı tavrıyla sınırlı bırakmamış, bir çok kez sıcak savaşta Nazi faşizmine karşı cephede saf tutmuştur. Böyle bir atmosferde böyle bir gelenekten yetişmekte olan şairin yazdığı en önemli şiirlerden birinin hikayesini okuyacaksınız.

Şair Eluard’ın güzeller güzeli Gala’ya duyduğu aşk kitaplara konu olmuştur. Sonradan evlilikle ve ardından maalesef ki boşanmayla (bkz. Meraklısı İçin Notlar) neticeye erecek bu aşk, Paul Eluard gibi bir şairi derinden etkilemiş ve neredeyse bütün sanat yaşamının doğrultusunu değiştirtmiştir. Eluard, Gala ile buluştukça, gözlerinin içine daldıkça, bu kadına ulaşmanın en doğru ve kendisine en yakışacak yolunun ona bir şiir yazmak olduğu kararına varmıştır. Ama öyle alelade bir şiir olmayacaktır bu, önceden yazdıkları gibi hiç olmayacaktır, bir şiir değil, bir destan kaleme almak ister Eluard. Bunun için çalışmaya başlamak ister. Sessiz ve sakin muhitinde oturduğu apartmana çok yakında bulunan bir binanın köşesindeki müdavimi olduğu şirin kafeye gitmeye başlar. Puslu bir Paris sabahı, sert kahvesini yudumlarken garsondan istediği boş kağıtlara bakar ve şiirin taslağı olması adına bir şeyler karalamaya başlar. Fakat bunlar şiir dizeleri değildir. Yalnızca Gala’yı ve ona olan aşkını düşünüp okuyacaklara nasıl saf bir sevgi tarafından kuşatılmış olduğunu kanıtlamaya çalışan, ispat cümleleri kurar adeta. Taslakları oluştururken aklına gelir ki, şiiri sevdiğinin anlamasını istiyorsa ona bir mesaj vermelidir. Şiirin yalnızca ona ait olduğunu sevdiğine de ispatlayabilmelidir. İçinde bulunduğu şiir geleneğinden ötürü, Baudelaire‘ci lanetli şairler gibi sembolik bir şekilde yapamayacağını anlar bunu. O an, destansı şiirinin bir o kadar destansı taslağına karar verir Eluard, şiirin sonuna sevdiğinin adını yazacaktır. Şiir akıp gidecektir, aşıklar mest olacaktır, sonunda da sevdiğinin adı… Bu fikre bayılır Eluard ve yazmaya koyulur. Onu ne kadar sevdiğini, ne kadar safça sevdiğini, ona ne kadar ihtiyacı olduğunu yazar. Bunları kapalı değil, açıkça, hiçbir çekincesi ve kaygısı olmadan yapar.

Şair, elbet tek bir günde biteremez bu şiiri. Dizeleri defalarca kontrol eder, siler, tekrar yazar, tekrar siler… Müreffeh muhitindeki şirin kafenin garsonu, artık Eluard masaya oturur oturmaz siparişini sormadan ona sert siyah kahvesini ve bir tomar kağıt getirir, kağıtların yarısını buruşturup atacağına bile bile…

Fakat günlerden bir gün, işler eskisi gibi gitmemeye başlar. Eluard hala aşıktır, Gala hala güzeldir, şiir hala devam ediyordur… Ama güzel gitmeyen şey bambaşka. Almanlar, Fransa’yı işgal etmiştir. Paris abluka altına alınmış, şehir yağmalanıp talan edilmiş, sıkı yönetim ilan edilmiştir. Eluard, apartmanının dar balkonundan sarkmaya görsün, Nazi forslu Alman askerlerinin biricik sokağında ağır postallarıyla ilerlemekte olduğuna şahit olur. Eluard artık küçük şirin kafesine gidip, her zamanki kahvesiyle dostu garsondan almış olduğu kağıtları alıp, küçük masasına oturup biricik sevgilisini düşünemeyecek, ona aşkını bir türlü açamayacaktır. İşin kötüsü şiir daha tamamlanmamıştır da… Penceresinden dışarıyı seyrederken, hasret duyduğu aşkını ve ona yazıp tamamlayamadığı şiirini düşünür. Eluard, umut dolu bir şairdir. Şiirleri dünyanın birçok yerinde yaşam mücadelesi vermekte olan gariplere ilaç olmuştur. Perdesi kapalı odasında, gıcırdayan sandalyesiyle oturup, şiirinin şimdiye kadar tamamladığı haline bakarak düşünür Eluard: Nasıl yapmalı? Sevdiği kadını düşünür, ama bir türlü içindeki anlamsız boşluğu dindiremez bu düşünce. O an, Eluard’ın aklına bundan yıllar sonra yalnızca edebiyat çevrelerine değil, tüm tarihe adını altın harflerle yazdıracak bir şey gelir. Sevdiğine yazdığı şiiri kendi kendine fısıltıyla okurken, taslağın son hali için düşünmüş olduğu fikri hatırlar: en altına sevdiğinin adını yazacaktır büyük harflerle. Sevdiğinin, hasret olduğunun, ulaşamadığının. Masasından kalkar, pencereye ilerler, karanlık sokağına, postallı askerlere bakar, masaya geri döner, büyük bir heyecanla şiirinin, yazmış olduğu yirmi dörtlüğün altına sevdiğinin adını yazar ve altına imzasını atar. Yirmi aşk dolu dörtlüğün altında koca harflerle özgürlük yazmaktadır.

Meraklısı İçin Notlar:

  1. Tristan Tzara, Paul Eluard’ın eski bir dostu ve Dadaizm okulunun kurucusu sayılabilecek en önemli temsilcilerindendir. Dada ekolü sürrealizm ekolüne oldukça benzerlik göstermesine rağmen, prensipte epey ayrılır. Yazının başında bahsetmiş olduğum “kes-yapıştır” tekniği dadaizmin en temel yazım tekniklerindendir. Bu teknik, şiirin bir gazete makalesinden kesilen kelimelerin elde çalkalandıktan sonra kağıda atılmasıyla çıktığı sıranın bir eser teşkil etmesini konu alır.
  2. Eluard’ın şiirleri İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefik askerlere moral olması adına uçaktan salınmıştır.
  3. Yazıda bahsi geçen Gala, ünlü İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali’nin eşi Gala Dali’dir. Gala, Eluard ile boşandıktan sonra Dali ile evlenmiştir.
  4. Yazının konusu olan Özgürlük (La Liberté) şiirinin çevirisi ilk kez (bildiğimiz haliyle) Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday ikilisi tarafından yapılmıştır.
  5. Özgürlük (La Liberté) şiirini Zülfü Livaneli çok ünlü şarkısı Ey Özgürlük için bestelemiştir.

Leave a Reply