İnsanlık olarak konuşmaya, dinlemeye, anlatmaya, dokunmaya ve iletişime geçmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaçlarımızın temelini beş duyu organımız, merakımız ve sosyal bir varlık olmamız ile ilişkilendirebiliriz. Tüm bu dışa vurumların, kendini ifade etme çabalarının yahut başlı başına iletişimin binlerce farklı yöntemi var. Sanatın da bu yöntemlerden biri olduğu konusunda çoğumuz hemfikirizdir herhalde. O halde sinemada bir iletişim, ifade şekli değil midir? Peki, sanatın diğer dallarını da mizansen kılması nedeniyle ‘yedinci sanat’ olarak adlandırılan sinema, bizlerde neleri çağrıştırıyor? Beyaz bir perde, yansıtıcılar, bir saniyeye sığan 24 kare, bazı filmlerden sahneler… Neredeyse tüm çağrışımlarının görsellik ile bağlantısı olan bu iletişim aracının, bizlere aslında ne kadar ‘karanlık’ olabileceğini fark ettiren bir film ile tanıştım, Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok. Filmi aylar sonra tekrar izleyince tekiniğin konu ile uyumuna hayran olup sizlerle hislerimi paylaşmak istedim. Yönetmenliğini Onur Ünlü’ nün üstlendiği bu film, sinemayı bir iletişim yöntemi olmaktan ziyade başlı başına bir duyu organı olarak bizlere sunuyor. Konu ve teknik çekimleri bir araya getirerek verilmek istenileni göze, kulağa ve akla uygun hale getiriyor diyebilirim.
Genel çerçevede, orta yaşlarda bir cinayet dedektifi olan Salim’in yaşadığı görme problemleri ve dönüt alamadığı tedavisi etrafında dönen film, aslında bizlere körlüğün yalnızca görme duyusunun işlevini yitirmesinden çok daha fazlası olduğunu, bakmak ve görmenin farklarını ve gerçek ile körlüğün ilişkisini beklenmedik şekillerle anlatıyor. Ünlü, bu ilgi çekiciliği; kamera kullanımı, zengin bakış açısı, görüntü ve ses ilişkisi ve tabi ki ilginç bir senaryo ile sağlamış diyebilirim. Aslında senaryo belli olaylar yan, doğrusal bir narrativeden ziyade diyaloglar aracılığı ile duygular ve duyular üzerinden aktarılıyor bizlere. Başından sonuna kadar; altında bir şeyler aradığımız diyaloglar, başarılı oyunculuklar ve soyut sahneler ile karşılaştığımız bu filmde beni çok etkileyen birçok sahne ve diyalog oldu.
Filmin sonunda baş karakter Salim’in kendi hayatı ve çözmeye çalıştığı cinayet soruşturması ile ilgili gerçeklerin farkına vardığı an ekranın buğulanması ile tamamen görme yetisini yitirirken gerçekleri görmesi yahut kör bir kadın olan Handan karakterini ve onunla Salim arasında geçen diyaloglar… Yönetmenin donuk veya buğulu bir ekran kullanarak bizlere aktarmış tüm bu ilişkileri ve bu da aslında filmdeki karakterler ile duygudaşlık yapma şansını veriyor. Bu filmden sonra dünyaya karşı ne kadar kör olduğumuzu düşündüm. Önünden geçtiğimiz binalar, her gün gördüğümüz yüzler, yıllanmış ağaçlar, üzeri aşınmış kaydıraklar ve onların tanık oldukları hikâyeler… Aslında ne kadar dikkatsiz ne kadar meraksızız her şeye karşı. Ne kadar da kendimiz odaklı yaşıyoruz. Yapılan binlerce teknik sihir ve kurgusal oyunları geçip, o yüksek binaların üst katlarına tekrar bakmamı sağladığı için bile izlenesi bir film olduğu kanısındayım.
Konusu karanlık ile ilgili bir filmde kamerayı adeta sihirli bir değnek olarak kullanarak sinemanın yalnızca görsellikten ibaret bir ifade şekli olmadığını bizlere renkler ve sesler ile kanıtlıyor Onur Ünlü. Tüm bu kamerasal tekniklerinin yanı sıra, film boyunca kullanılan bıçaktan rondoya, silahtan zil sesine kadar kullanılan her aletin sesinin yansıması verilerek işitme organımıza da hitap eden bir film olmuş. Kısacası sinemayı, onun yalnızca görsel bir iletişim aracı olduğu fikrinin esaretinden kurtarıp onu altıncı bir duyu olarak nitelendirebileceğimiz bir ihtiyaca çevirmiş Onur Ünlü. Filmin adında da olduğu gibi yalnızca aşkın değil, birçok şeyin gören gözlere ihtiyacı yok. Zira görmemiz gerektiğini göremediğimiz sürece her birimiz körüz.
Kaynakça
- Ünlü, Onur. Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok. 2018. Film.