Deneysel müziğin İzlandalı kraliçesi Björk, 40 yılı aşkın kariyerinde orijinal ve eklektik tarzından taviz vermemiş, yayınlamış olduğu her albümde farklı müzikal elementleri baz alarak avangart pop ve electronica dünyasını zenginleştirmiştir. Alışılmışın dışındaki avangart lirik anlayışı, oldukça farklı moda zevki, müziğini icra ettiği çağın oldukça ilerisinde oluşu ve müzisyen kimliğinin yanında oyuncu kimliğini barındırması onu eşsiz bir sanatçı kılmıştır. Kariyeri boyunca 9 stüdyo albümüne, 2 film müziği albümüne ve Greatest Hits ismindeki 1 derleme albüme imza atmış Björk, müzikal başarısının yanında Lars von Trier’in Dancer In The Dark isimli müzikal başyapıtındaki başrolü ve besteciliğiyle de dikkat çekmiştir. Öyle ki filmde Thom Yorke ile düeti I’ve Seen It All, 2001 Oscar Ödül Töreni’nde En İyi Müzik, Orjinal Şarkı dallarında aday gösterilmişti.

 

En iyi arkadaşı tarafından öldürülmüş bir adam gördüm,
Ve yaşanmadan tükenen hayatları.
Ne olduğumu gördüm -ne olacağımı biliyorum
Hepsini gördüm -daha fazla göreceğim bir şey yok.

“I’ve Seen It All”, Björk & Thom Yorke (2000).

 

Björk (Selma rolünde), Dancer In The Dark (2000).

Hâlâ kendi müziğinin aranjörlüğünü yapan ve sanatının yapımcılığını sürdüren Björk’ün ilk albümü Debut‘tan son albümü Utopia’ya uzanan capcanlı yolculuğuna ve bu yolculuğunun arka planına gelin yakından bir göz atalım.

Müzikal hayatına erken yaşlarda klasik müzik ve şan eğitimi ile başlayan Björk, henüz kariyerinin erken evrelerindeyken bile müzik dinleyicilerinin at gözlüklerini çıkarmasını temenni etmiştir. Oldukça gelenekselci bir klasik müzik eğitimi almış olmasına rağmen müziğinde kullandığı çarpıcı, farklı ve devrim niteliğindeki ögeler belki de müziğinin geniş çapta tanınmasına ön ayak olmuştur. Katılmış olduğu ilk müzik grubu 1979 yılında Reykjavik çıkışlı post-funk grubu Tappi Tikarras‘dır. Tappi Tikarras, ilahımını büyük ölçüde Siouxsie Sioux vokalistliğindeki İngiliz Siouxsie and the Banshees grubundan almıştır ki her iki grupta da rock müziğin deneysel ezgilerle harmanlandığı görülür. Tıpkı Siouxsie and the Banshees gibi Tappi Tikarras da ilk olarak rock müzik (punk rock) icra etme amaçlı kurulmuş olsa da, ilerleyen zamanlarda Tappi Tikarras‘ın piyasaya sürdüğü parçalarda çok kullandıkları deneysel unsurlar, gurbun post-punk müzik tarzı çatısı altında yer edinmesinde etkili olmuştur.

Daha sonra, döneminde “İzlanda’dan çıkmış en büyük rock grubu” olarak nitelendirilmiş 1986 çıkışlı, yine Reykjavik kökenli alternatif rock grubu The Sugarcubes’un vokali olur. Grup dünya çapında büyük beğeni toplar ve grubun ilk stüdyo albümü Life’s Too Good(1988) beklenmedik bir uluslararası başarıyı elde eder. Albüm, İzlanda’nın popüler müziğinin oluşumu ve gelişimi üzerinde büyük bir etki sahibi olur ve 80’lerin sonuna damgasını vuran Birthday isimli parçayı içerir.

 

o, şuradaki evde yaşar
dünyası ise o evin dışında
toprağı karıştırır, parmakları ve ağzıyla
o beş yaşında.

“Birthday”, The Sugarcubes (1988).

 

The Sugarcubes (1986-1992)

Grup, Life’s Too Good‘un ardından 1989’da Here Today, Tomorrow Next Week isimli ikinci bir albüm çıkarır ve bu albümü sırasıyla Stick Around For Joy(1991), It’s -It(1992) albümleri izler. Grup 1992 yılında dağılır ve dağılmalarından 14 yıl sonra Reykjavik’de bir konser vermek amacıyla tek seferliğine de olsa 2006’da yeniden toplanır.

1993’de artık müzikal bağımsızlığını ilan eden Björk Debut isimli ilk solo albümünü yayınlar. Aslında albümüne Debut (Başlangıç) ismini vermesi oldukça gariptir; ne de olsa bunca yıldır müzik sektörünün içinde yer alması ona hâlihazırda deneyim kazandırmıştır. Albümde mızıka, ksilofon ve piyano gibi birçok farklı müzik aletinin izlerine rastlanabilir. Leon: The Professional filminin müziklerinden Venus As A Boy‘u ve Ella Fitzgerald’ın jazz klasiklerinden Like Someone In Love parçasının bir coverını bu albümde dinlemek mümkündür.

Debut (1993).

1995’te 2 yıl aradan sonra Post‘u çıkarır. Debut’‘a kıyasla daha alternatif müzik koluna yönelen bu albümde Björk, parçalarında daha dokunaklı ve dışavurumcu tavrıyla dikkat çeker. Ballad’larla tanışması da Post albümü ile olmuştur. Albümdeki parçaların birbirleriyle uyumu ve iyi kurgulanmış hayali ögelerin iyi ifade edilmiş olması Post‘u şüphesiz gelmiş geçmiş en iyi Björk albümlerinden biri yapar. 50’lerde bir sansasyon haline gelmiş It’s Oh So Quiet parçasının jazz coveri, belki de bu albümün en dikkate değer ögesidir. Çağdaşçı yaklaşımı Post‘u zamanının ötesinde bir albüm yapar.

Post (1995).

1997’de kariyerinde bir ilki gerçekleştirecektir. Yeni albümü Homogenic‘le o zamana dek en iyi şekilde aranje ettiği, yazdığı ve sahnelediği işlerini ortaya koyacaktır. Önceki işlerine kıyasla daha soyut ve deneysel ögelerin ağırlıkta olduğu Homogenic, ünlü tasarımcı Alexander McQueen’le de işbirliğinin başlangıcını beraberinde getirecektir. Bu seferki işlerinde güçlü vokallerini daha anlatımcı, hikayeci bir edayla birleştirip electronica tarzı müzikle harmanlamıştır. Duygusal yakınlık, özveri ve aşk gibi konseptlerin işlendiği Homogenic döneminde oldukça özgün bir albüm olarak müzik listelerinin başında yer almıştır.

Homogenic (1997).

2001 yılında Vespertine‘i yayınlamadan önce, 2000 yılında Lars von Trier’in müzikal filmi Dancer In The Dark‘ın film müziklerini yaptığından bahsetmiştik. İçerilerinde Oscar adaylığı bulunan I’ve Seen It All parçasının da bulunduğu film için yapılan tüm parçalar Selmasongs isimli albümde toplanmıştır. Scatterheart ve 107 Steps gibi şarkılar her ne kadar filmin atmosferini yansıtsa da filmden ayrı tutularak değerlendirildiklerinde de oldukça yoğun anlamlar taşır.

Selmasongs (2000).

Vespertine albümünde ise daha çok organik ve yapay seslerin iç içe girmiş harmonisini dinleriz. Arp, telli çalgılar ve müzik kutularının fazlaca kullanıldığı büyüleyici ezgiler, bütünüyle birbirlerine karışmış halde parçalara ustalıkla entegre edilmiştir; öyle ki Vespertine‘in diğer albümlerle karşılaştırıldığında dinlendirici ve sakin bir havası vardır. Dinlendirici olduğu kadar dinamik ve incelikle işlenmiş, detaylı bir başyapıttır. İçerisinde barındırdığı tutkulu ve son derece sıcak ezgiler, Björk’ün bu takdire şayan eserinin özellikle kış aylarında dinlenilmesini şart koşar. Björk’ün Marjan Pejoski tarafından tasarlanan ünlü “kuğu elbisesi”ni giydiği dönem Vespertine dönemidir.

2002’de o zamana kadar çıkardığı albümlerdeki parçalardan Greatest Hits isimli derleme albümü yayınlanır. Albüm Björk’ün tüm single’larını içermese de Greatest Hits‘deki tüm şarkılar single olarak yayınlanmıştır.

Vespertine (2001).

2004 çıkışlı Medulla (Öz) albümü, çok sesli koroların çeşitliliğinden ve zenginliğinden yola çıkarak Björk’ün harikalar yarattığı bir eseridir. Albümde, bazı parçalarda piyano ve vurmalı çalgılar kullanılmış olsa da salt insan sesinin kullanımının bile bir albümün yapımı için yeterli olduğu vurgulanmıştır. Oluşumu süresince Londra’dan ve İzlanda’dan iki koroyla çalışılmıştır. Diğer Björk albümlerine kıyasla “dinlenmesi zor” olarak nitelendirilse de üstünde çaba sarf edilmiş orkestrasyonu, bu albümü dinlenmeye değer kılar.

Medulla (2004).

Volta, ismini pilin mucidi Alessandro Volta’dan almıştır. Björk’ün ham ve çıplak vokallerini en fazla Volta‘da duyarız. Müziğe, tıpkı Homogenic‘te olduğu gibi Volta‘da da deneysel bir yaklaşımın hâkim olduğunu gözlemlemek mümkündür. Albümde Björk’ün önceden Anthony and the Johnsons grubunun vokalisti, şimdilerde ise ANOHNI ismiyle anılan Anthony Hegarty ile düetleri bulunur. Kolay anımsanan sözlerin ve cesur, çığır açan seslerin kullanımı tüm Björk albümlerinin arasında Volta‘ya özgü bir nitelik olarak görülür. Albüm, I See Who You Are isimli parçadaki Japon müzik enstrümanlarından tutun da Vertebrae by Vertebrae ve The Dull Flame Of Desire‘da kullanılan trombona kadar dinleyiciyi adeta bir dünya turuna çıkarır.

Volta (2007).

2011 çıkışlı Biophilia‘yı dinlerken uzayda yolculuk yapıyormuşsunuz gibi bir hissiyata kapılmanız oldukça normal olacaktır. Bio (canlı) ve philia (sevmek) kelimelerinin birleşmesi ile ortaya çıkan “biyofili” kavramı, Edward O. Wilson tarafından “yaşama ve yaşayan sistemlere karşı duyulan sevgi” olarak tanımlanmıştır. Bu hipotez Björk’ü derinden etkilemiş olmalı ki 7. stüdyo albümüne onun ismini vermekle kalmamış; doğa, yıldızlar, hayvanlar, ay, vahşi yaşam, dünyanın oluşumu gibi konuları parçalarında işlemiştir. Yaşama, canlılara ve onları sevmeye olan hevesini Biophilia‘da kullandığı – üstelik bizzat kendi oluşturduğu- müzik aletleri yardımıyla etkili bir biçimde ifade etmiştir. Björk, albümdeki Thunderbolt isimli şarkıda Nikola Tesla’nın “Tesla Bobini” isimli alternatif akım üretme aracını bir müzik enstrümanı olarak bile kullanmıştır.

Biophilia (2011).

Ayrılık, Björk için zor olmuş olsa da yeni müziğinin filizlenmesi için bir o kadar da gereklilik arz etmiştir. Vulnicura‘da partneri Matthew Barney’den ayrıldıktan sonra hissettiklerini dile getirdiğini açıklar. Vulnicura‘yı tam anlamıyla bir “açık kalp ameliyatı” olarak tarif eder ve bana sorarsanız kariyerinin en şairâne işlerine bu albümle imza atmıştır. Şarkı sözlerinin ihtiraslı, karanlık ve derin anlamlar taşıyor olması, Vulnicura‘yı Björk’ün ayrılık ve iyileşme sürecinde bir tür kılavuz konumuna getirir.

 

Eğer bizim için hayıflanırsam

Büyümek için ruhumdan vazgeçeceğim

Acımdan kurtulmaya çalışma

O, iyileşmem için tek çarem

Notget (Vulnicura) 2015.

 

Vulnicura (2015).

Son stüdyo albümü 2017 çıkışlı Utopia‘dır. Albümde melodiler, yan flüt gibi üflemeli çalgılar etrafında döner. Björk’e eşlik eden flüt orkestrasının yanı sıra parçalarda rüzgar ve su sesi gibi çeşitli doğal kaynaklı seslerin kullanımı dikkat çeker. Albümün görselliğindeki olağanüstülük, kostüm ve makyajlar gerçekten de her bir parçanın, Björk’ün yarattığı bir tür ütopyadan dünyaya ulaştığını iddia eder niteliktedir.

Utopia (2017).

Bugüne dek hemen hemen her yaptığı işle bizleri etkilemeyi başarmış Björk’ün tuhaf fikirleri, edebi kabiliyeti ve yaratcılığı, onu müzik endüstrisinde sahip olduğu sallanmaz koltuğundan etmiyor. Sırada ona ait hangi alışılmadık, acayip fikir var dersiniz?

Kaynakça:

culturedam.com

bjork.fr

en.wikipedia.org

www.imdb.com

genius.com

vinylnet.co.uk

Leave a Reply