Son aylarda film izlerken sahnelerdeki grafik tasarımı fark etmeye başladım. Bu belki de okulda aldığım grafik tasarım derslerinin yoğunluğundan, belki de artık tasarımı hayatımın en anında fark etmeye çalışmamdan kaynaklanıyordur, tam olarak bilmiyorum. Ancak izlediğim her filmde posterlere uzun uzun dalmaya, kullanılan fontları tahmin etmeye, karakterlerle etkileşime geçen her grafik tasarım parçasına dikkat etmeye başladım. Filmlerdeki sanat yönetmenliğine hayran olan biri olarak aslında bunu yapmaya geç bile kalmış olduğumu düşünüyorum.
Ne yazık ki filmlerde tüm grafik öğeleri kolayca fark edilmiyor. Hatta bu alışkanlığıma başladığımdan beri bile çoğu zaman filmleri tek bir grafik tasarım parçası bile yakalamadan bitirdim. Daha sonra şu ana kadar izlediğim filmlerde grafik tasarımı düşünmeye başladım ve bu da beni en sevdiğim filmleri incelemeye götürdü ve tabii ki bu listenin başında Grand Budapest Hotel vardı. Wes Anderson’ın tasarım konusunda inanılmaz bir göze sahip olduğuna ve grafik tasarım öğelerinin filmlerinde çok büyük bir etkisi olduğuna inanıyorum. Karakterlerin eline geçen ürünlerin ambalajından okudukları gazetelere, arka plan tabelalarından kişisel notlara kadar Grand Budapest Hotel’de grafik tasarımın her unsuru dikkatlice düşünülmüş ve her şey filmin ruhuyla uyum içinde.
Bu muhteşem filmdeki tek grafik tasarımcı Annie Atkins’i keşfetmemle beraber filmlerdeki grafik tasarıma çok daha fazla dikkat etmeye başladım. Bu yetenekli grafik tasarımcı, The Boxtrolls, Vikings, Titanic: Blood and Steel, Bridge of Spies ve tabii ki Grand Budapest Hotel dahil olmak üzere çok çeşitli film için grafik tasarım çalışması yapmış ve sektörde bu yönde spesifikleşen sayılı tasarımcıdan biri. Çalışmalarının bana gerçekten ilham verdiğini söylemeliyim ve açıkçası Wes Anderson’la çalışma şansını yakalamış olmasını da biraz kıskandığımı kabul etmem gerekir. Yaptığı tüm işlerin listesine ise buradan ulaşabilirsiniz: https://www.annieatkins.com/
Prodüksiyon tasarımcıları için dönem filmlerinin bilimkurgu filmlerinden daha zor olduğunu düşünmüşümdür ve şimdi aynı şeyin filmlerin grafik tasarımcıları için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Geçmiş bir dönemi yansıtan bir şey yaratmak, bir bilim kurgu filmi için sıfırdan bir şeyler yaratmaktan olarak daha zordur çünkü gerçeği yansıtması gerekir. Buradaki hayal gücü en can alıcı noktadır. Öte yandan, filmde asıl nokta grafik tasarım değilken, yaratılan işin filme katkısının fark edilmemesi çok sinir bozucu olmalı diye düşünüyorum. Dediğim gibi, kendimi pasif bir izleyici olarak tanımlamasam da bunca sene filmlerin grafik tasarım kısmını hiç düşünmeden ve fark etmeden izlemişim.
Sinemada grafik tasarımı düşündüğümde aklıma gelen bir başka isim de Saul Bass oldu. Amerikalı grafik tasarımcısı ve Oscar sahibi film yapımcısı, hepimizin bildiği sinemanın kült filmlerinin birçoğunun açılış sekansını tasarlamıştır ve üstünde yıllar geçmesine rağmen bu alandaki en bilindik kişilerden biridir. Hatta biz tasarım öğrencilerinin kitaplarına bile tasarımlarıyla girmiş ve grafik sanatı tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Alfred Hitchcock, Otto Preminger, Billy Wilder, Stanley Kubrick ve Martin Scorsese gibi Hollywood’un tanınmış film yapımcıları ve yönetmenleriyle çalışmıştır ve en ünlü çalışmalarının arasında Preminger’den The Man with the Golden Arm, Hitchcock’dan Gizli Teşkilat ve yine Hitchcock’dan Psycho filmlerinin açılış sekanslarıyla beraber poster tasarımları vardır.
Umarım ki bundan sonra da izlediğim filmlerde grafik tasarımı fark etmeye edebilirim. Bundan da öte, umarım ki tasarım filmler için daha önemli bir unsur haline gelmeyi başarabilir.