Dünyanın en popüler dizi film platformu Netflix’in en hızlı başarı yakalayan mini dizisi The Queen’s Gambit oldu. Dizi yayındaki ilk 28 gününde 61 milyon kullanıcı tarafından izlendi, 92 ülkede en çok izlenen ilk 10 yapım arasına girerken 62 ülkede de birinci sıraya yerleşti. Bununla beraber dizi yayına girdiğinden itibaren eBay’deki satranç takımı satışları neredeyse 3 katına çıktı.
Peki Beth Harmon’ın dünyanın en büyük satranç oyuncusu olma yolundaki hikayesi The Queen’s Gambit‘i neden bu kadar çok sevdik?
Biz izleyiciler kendimizle bağdaştırdığımız hikayeleri severiz. Kendimizi gördüğümüz, bulduğumuz hikayeleri. Bu dizi dışlanmışların hikayesi. Diziyi izlerken her adımda Beth’i takip edip her oyunda o kazansın diye nefeslerimizi tutuyoruz.
Zaten babasız ve yokluk içinde büyüyorken bir de üstüne annesinin yanıbaşındaki intiharıyla kendini Hristiyan bir kız yetimhanesinde bulan Beth, henüz o yaştayken pek çoğumuzun sergileyemeyeceği kadar daha güçlü bir tavırla karşılıyor her şeyi. Sakinleştirici haplar ve bodrum katta Bay Shaibel ile beraber oyunan oyunların öznesi aynı: gerçeklerden kısa bir süre de olsa uzak kalabilmek. Görüyoruz ki Beth satrançta kendini buluyor, zamanla içindeki kazanma hazzı körüklendikçe de daha iyi bir oyuncu oluyor. Aslında biz de içten içe üzülüyoruz Beth için, tıpkı kendimiz için de üzüldüğümüz gibi. Beth’in etrafı çaresiz kadınlarla dolu, doktora sahibi olan ve bir karavanda yaşayan öz annesi ve çok iyi piyano çalmasına rağmen sahne korkusu yüzünden alkolik olan üvey annesi en yakın iki örnek. Belki de Beth tüm bu kadınların hikayelerine bu kadar yakından tanık olduğu için yenilmekten de böylesine korkuyordur.
Dizinin sanat yönetmeni belli ki insanların o dönemde hayattan zevk alarak yaşadıklarını vurgulamak istemiş. Piyano çalan ev hanımları, dergi okuyan ve müzik dinleyen gençlerin yaşadığı bir zaman 60’lar. Tüm dekorlar, özenle seçilmiş kostümler, makyajlar ve saçlar; her biri buna işaret ediyor. Tüm bunlar ve daha fazlası Amerikan kültürünün sindirilmiş ama belirgin yapısını gözler önüne seriyor dizi boyunca. Satrançtan kazandığı paralarla soluğu alışverişte alan Beth de elbette bu kültürün bir parçası.
Beth dışındaki kadınların erkek egemen bir toplumda ezildiğine tanıklık ediyoruz. Evine konuk olarak gittiği kızların tek konuştuklarının erkekler ve moda olması, liseden arkadaşlarının lise biter bitmez evlenip aile kurmasıyla da dizi toplumsal sorunlara şöyle bir değinip geçiyor.Erkek egemen bir alanda başarılı bir kadını anlatırken Beth’i bu bu yerleşik kadın figürünün dışında bırakması da dizinin en önemli özelliklerinden biri. Erkeklerle arkadaş olan, erkek oyunları oynayan, küfür eden, içki içen ve cinsel hayatını özgürce yaşayabilen bir kadın olarak Elizabeth gördüğümüz diğer kadın karakterlerden oldukça farklı.
Amerika’da o senelerde süren beyaz ırkçılığın da izleri açıkça belli ediliyor dizide. Beth 15 yaşına gelip okuldan sonralarında çalışmak istediğini söyleyince annesi “Senin yaşında çalışan kızlar yalnızca siyah olanlardır” diyor. Yetimhanedeki siyahi arkadaşı Jolene ise senelerce evlat edinilmiyor.
Şu ana kadar belki sıkıcı olduğunu düşündüğümüz, belki de ilkokuldayken biraz deneyip vazgeçtiğimiz oyun satranca tüm bu senaryo ve prodüksiyon detaylarıyla beraber farklı bir açıdan bakıyoruz dizi sayesinde.
Umarız ki nice kalbimize dokunan yapımlar görmeye devam ederiz.