Kısacık hayatlarımızda adalet için yanıp tutuşur, eşitliği savunuruz. Haksızlıklara karşı gelmek her zaman en büyük erdemlerden biridir bizler için. Peki ya adaleti sağlamak için kullanılan yöntemler? Farklı olanı aynılaştırmak mıdır eşitlik, güçlü olanı güçsüzleştirmek ya da zeki olanı aptallaştırmak? Göze göz dişe diş anlayışıyla mı sağlanabilir ancak bu eşitlik? Mükemmelliğin önüne geçmek midir adalet? TDK’ya göre kusursuz, eksiksiz, tam ve yetkin olan mükemmeldir. Peki, kim belirler mükemmeli? Göreceli değil midir bu kavram?
Chandler Tuttle’ın yönetmenliğini yaptığı, Kurt Vonnegut’ın Harrison Bergeron adlı hikayesinden uyarlanan kısa film 2081, 26 dakikada tam da bu soruların içine çekiyor izleyiciyi. Film, 2081 yılında Amerika’da baskıcı bir sistem tarafından yönetilen insanların “her anlamda” eşit olduğu, çekici insanların maske takmaya zorlandığı, güçlülerin üzerine bağlanan kütlelerle güçsüzleştirildiği, zekilerin düşünmelerinin sinyallerle engellendiği bir distopyayı ele alıyor. Tuttle, özgün hikayeden farklı olarak, Harrison Bergeron karakterini değil George ve Hazel Bergeron karakterlerini hikayesinin ana merkezine koyuyor. Bu ufak fark, kısa filmin vermeye çalıştığı mesajları ve yaratmaya çalıştığı distopik imajı daha güçlü kılıyor.
George ve Hazel Bergeron çiftinin ufak evlerinde banal diyalogları, eylemleri ve hatta eylemsizlikleri o kadar başarılı bir şekilde yansıtılmış ki filmin ilk dakikalarından itibaren izleyici kendini bu depresif evrenin içinde buluyor. Televizyonda canlı olarak performanslarını sergileyen balerinlerin yüzlerindeki maskeler, hareket etmelerini engelleyen kelepçeler bu distopik dünyanın sanat üzerindeki yıkıcı etkilerini de gözler önüne seriyor. Oğulları olan “zeki” ve “güçlü” Harrison Bergeron’un kelepçelerini toplu alanda çıkardığı için yıllardır tutulduğu hücreden kaçıp canlı yayınlanan bale gösterisini basmasıyla Bergeron çiftinin hayatı bir anlığına da olsa farklılaşıyor.
Filmde Harrison Bergeron’un devletin yayın sistemine izinsiz girdikten sonra canlı yayında mükemmellik üzerine yaptığı konuşma filmdeki en muhteşem sahnelerden biri.
Filmde beni en çok etkileyen detaylardan biri de Harrison’ın konuşmasının bizlere farklı kamera açılarından gösterilmesi. Bu sahnelerde, Harrison’u hem George Bergeron ile birlikte televizyondan, hem seyircilerle birlikten salondan görebiliyoruz. Ancak Hazel’ın bulaşık yıkarken açık bıraktığı suyun arkasından gösterilen açıda Harrison’ın sesini akan suyun sesi bastırıyor.
Hazel’in filmdeki tarihi anı yalnızca bulaşık yıkayarak geçiriyor olması bu sahneyi farklı yorumlara açık hale getiriyor. Ben, bulaşık yıkama sahnesinin asıl amacının insanların buhran zamanlarında önündeki gerçekleri, değişim için kendini feda eden insanları görmezden gelmesine bir eleştiri olduğunu düşünüyorum.
2081, her izlendiğinde daha da derinleşen ve güzelleşen filmlerden. İzledikçe gözünüzden kaçan ufak bir mimik ya da diyalog daha farklı bir anlam kazanmaya başlıyor. Sadece 26 dakika olması da çok kez izleme seçeneğini daha çekici hale getiriyor. Kısa sürede bu kadar ince detayı işleyip dinamik karakterler yaratabilmenin çok büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum. Geçirdiğimiz bu zor günlerde biraz olsun kafa dağıtmak için her izlemede daha çarpıcı gelen bu muhteşem filmi izlemeyenlerin izlemelerini, izlemiş olanların da yeni anlamlar bulabilmek için filme tekrar göz atmalarını tavsiye ediyorum.