Yaşam, Ölüm, Anlam Arayışı ve Six Feet Under

Herkese merhaba! Umarım güzel bir yaz geçiriyorsunuzdur. Mart ayından beri içinde bulunduğumuz karantina ve ardından gelen “yeni normale” adaptasyon süreci ile birlikte gözlemlediğim üzere, birçoğumuz bu dönemde yeteri kadar üretken olamamaktan şikâyetçiydi. İçimizden hiçbir şey yapmak gelmiyor, uzun metrajlı filmlere vereceğimiz ilgi ve dikkatten de yoksunuz derken, kurtarıcımız ağırlıklı olarak yabancı diziler oldu. Kimi aklında uzun süredir dolaşan, fakat izlemeye bir türlü vakit bulamadığı dizileri bitirdi; kimi ise en sevdiği dizileri baştan izleyip, sanki ilk kez izliyormuşçasına heyecanlandığı saatler geçirdi. Bendeniz iki gruptan da değildim aslında, bahsedeceğim dizi ile tamamen tesadüfen karşılaştım ve şu an oturmuş, sarf edeceğim sözcüklerin bu dizinin dehasını açıklamaya ne kadar yeterli olacağını düşünüyorum. Sözcüklerle gerçekten o kadar iyi miyim? Sanmıyorum. En iyisi bizim tanışmamızla başlayayım, sonrasında da akışa göre gidelim. İyi okumalar—ve sonrası için umuyorum ki, iyi seyirler.

Not: Henüz izlememiş olanlar için, yazının genelinde heyecan kaçırıcı hiçbir öge barındırmaması için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Hal böyle olunca anlatımın kısırlaşması kaçınılmaz oluyor ve bu Six Feet Under gibi bir dizi için üzücü bir durum. Umarım ki burada size aktarabildiğimden daha fazlası olduğunu fark eder ve diziye bir şans verirsiniz.

Bir gün yakın bir arkadaşımın Euphoria isimli diziyi izlememe dair ısrarları üzerine bir BluTV hesabı açtım. Euphoria’nın ilk bölümüne başlamak üzereyken, sitenin anasayfasında karşıma bir tanıtım reklamı çıktı: 9 Primetime Emmy, 3 Altın Küre ödülü alan HBO’nun unutulmaz dizisi Six Feet Under, sadece BluTV’de! Ben bu diziyi daha önce duymuştum! Hazır BluTV üyeliği almışken buna da bir başlayayım, bakalım saracak mı? Sonuç: İki haftada 5 sezonu bitirdim, artık “En sevdiğin dizi ne?” sorusuna bir cevabım var ve Euphoria… Ona başlamayı unuttum bile.

Six Feet Under, yüzeysel bir özet geçmek gerekirse, cenaze evi işleten bir ailenin hayatını konu alıyor. Dizi, Fisher ailesinin babası Nathaniel Fisher’ın ölümü sonrası, aile bireylerinin hayatlarındaki değişimle birlikte her bir karakterin gelişimini, yaratıcı ve incelikli bir biçimde izleyicisine aktarıyor. Her bölüm ayrı bir ölümle başlıyor ve her bölümde ayrı bir cenaze izliyoruz. Hristiyanı, yahudisi, ateisti, budisti… Din, mezhep, inanç ayırt etmeksizin Amerika’nın her çeşit kesiminden her çeşit insanın hayatına tanıklık ediyor, kendi hayatımızda katılmadığımız (ve katılmayacağımız) kadar cenazeye davet ediliyoruz aslında. İlk bölümlerde “Bunu nasıl yapıyorlar, mideleri nasıl kaldırıyor?” diyerek izlediğimiz ölü mumyalama işlemlerini, sezonlar ilerledikçe dünyanın en sıradan işiymişçesine seyreder hale geliyoruz. Tabii ki bunlar buzdağının görünen tarafı, dizinin en yüzeysel ve göz önünde olan kısımları. Diziyi genel olarak ele almak her ne kadar bu koşullar altında zor olsa da, yazının devamında biraz da karakterlerin derinine inmek istiyorum. Zira Six Feet Under, her biri birbirinden orijinal karakterleri ile bana bunun için büyük bir imkan tanıyor.

Nate Fisher (Peter Krause canlandırıyor)

Fisher ailesi –ölen babayı saymazsak- dört kişiden oluşan bir aile. Aileden gelen mesleği sürdürmeyi reddeden ve bu yüzden erken yaşta evi terk eden asi ruhlu Nate Fisher, her ne kadar bütün bu aile dinamiğinden en uzak kalmış olan karakter olsa da, babasının ölümü sebebiyle ailesinin yanına geliyor ve dizinin başrolü haline geliyor diyebiliriz.  Kendisi sevgi dolu ve insanların “kötü gün dostu” dediği biri olmanın yanı sıra, bir o kadar da bencil bir karaktere sahip. Her daim etrafında huzuru sağlamaya çalışan tarafının yanında, sadece kendini düşünen ve konu kendisi olduğunda etrafındaki kimsenin hislerini umursamayan bir tarafı da mevcut. Nate’in gerçek sevgiyi, aşkı ve huzuru arayışını izlerken; ilk kez ölümün bu kadar yakınında oluşunun ardından içine düştüğü anlam arayışına da şahit oluyoruz. Her gün evlerinde gerçekleşen cenaze törenlerini izlerken, kendisi de devamlı kafasındaki sorulara cevap arıyor. Cenazesini düzenledikleri herkesten kendine bir şeyler katıyor ve bütün bunlar olurken en büyük korkusunun “ölüm” olduğunu fark ediyor, fark ediyoruz.

David Fisher (Michael C. Hall canlandırıyor)

David Fisher, ailenin iyi çocuğu rolünü kapmış, “kasıntı” sayılabilecek bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Her daim çok ciddi, tam bir işkolik, neredeyse hiç gülümsemeyen, huysuz biri. Bütün bunların yanında ise cinsel yönelimiyle barışık değil; dolayısıyla bu onun daha içe kapanık, tutuk biri olmasına yol açıyor. Karakter hakkında daha fazla bir şey anlatmam doğru olmayacağından detaya girmiyorum, fakat beş sezonda geçirdiği değişimden en çok gurur duyduğum insan David. Bu yolculuğa ilk başladığımda o kadar da sevmediğim bir karakterin, favori karakterim haline gelmesiyle bitirdim diziyi. Kendi olmaktan korkmamayı öğrenmesi, değerlerine ve inançlarına karşı verdiği bitmek bilmeyen savaşı, her şeye rağmen insanlara karşı son derece anlayışlı tutumu… Bütün bunlarla birlikte dizinin en cesur karakterinin kendisi olduğunu düşünüyorum. Bunları yazarken bile gözlerim doluyor; zira David’in hayatla mücadelesi o kadar farklı, o kadar özel ki… Kendisini tanıdığım için bile fazlasıyla şanslı hissediyorum desem yeridir.

Claire Fisher (Lauren Ambrose canlandırıyor)

Claire Fisher’ı, yani Fisher ailesinin tek kızını izlerken ruh halimiz durmaksızın değişiklik gösteriyor. Onu bazen seviyoruz, bazen kendisine acıyoruz, bazen de kızıyoruz aptallığına. Claire’a karşı hislerimizin bu denli değişkenlik gösteriyor olmasının sebebi ise dizi boyunca kim olduğunu arayan bir karakter portresi çiziyor olması. Farklı mıyım? Özel miyim? Herkesten iyi miyim, yoksa tam da herkes gibi miyim? Claire için hayat, bütün bu sorulara cevap aradığı bir serüven. Dizideki her karakter kendi çapında büyük değişimler geçiriyor, evet, fakat Claire’ın durumunda ergenlikten yetişkinliğe doğru bir geçiş söz konusu olduğundan daha yoğun ve daha gerçek dönüşümler hissediyoruz. İzlerken içimden “Elimizde büyüdü be…” diye geçirdiğimi bile hatırlıyorum. Kendisinin ergenlik dönemini hep birlikte atlatıyoruz ve kendini gerçekleştirme yolunda adım adım ilerleyişini izliyoruz. Bu yolculukta kendisine en çok sinirlendiğim, ama kendisini içinde bulduğu durumlarla, ilişkileriyle, “hayat okulundan” aldığı derslerle, aklımda en çok kalacak olan karakterlerden biri Claire.

Ruth Fisher (Frances Conroy canlandırıyor)

Son olarak Ruth Fisher, dizide en “göründüğü gibi olmayan” karakterlerden biri diyebiliriz. Bize, ilk bölümde tanıştığımız Ruth Fisher’ı unutturmaya yeminli bir şekilde, gerçek Ruth’un kim olduğunu gösteriyor her bölümde. Senelerdir kendi hayatını yaşayamamış olmanın verdiği üzüntü ve hınçla, kaçırdığı her şeyi çok kısa bir zaman diliminde yaşamaya çalışan Ruth, kocasının ölümünden sonra artık kendini bastırmadığı bir hayat sürdürmeye ant içiyor. İlk kez başkalarınınkini değil, kendi hayatını yaşıyor ve tam da böylelikle gerçek Ruth Fisher’ın kim olduğuna tanıklık ediyoruz. Bütün karakterlerin içinde, en tuhaf ve ağızlarımızı açık bırakan yolculuk belki de onunkisi.

Bugün, (21 Ağustos 2020) Six Feet Under’ın akıllardan asla çıkmayacak olan final bölümünün üstünden tam olarak 15 yıl geçmiş. Hala da televizyon dizileri tarihindeki en iyi final bölümü olarak yerini sağlam bir şekilde korumayı sürdürüyor. Kendine has karakterleriyle zamanının fazlasıyla ilerisinde bir dizi olmakla birlikte, Six Feet Under size insan olmanın ne olduğunu hatırlatan, hayatın içinden bir yapım. Tıpkı felsefede olduğu gibi, burada da amaç cevap bulmak değil, soru sormak. Ölümü ne kadar normalleştirebiliriz? Ölüm gerçekten bu kadar büyük bir şey mi, yoksa ona atfettiğimiz anlam kadar mı var? Bütün gününü ölülerle geçiren biri için ölüm ne kadar “normal” olabilir? Ölüm fikrine gerçekten alışabilir miyiz, yoksa alıştığımızı mı sanırız? Peki ya ruh? Six Feet Under size bütün bu soruların cevabını verebilir mi bilmiyorum. Bildiğim tek şey; bu soruları size sordururken hem hepimizin, hem de “sadece sizin” kişisel yolculuğunuz haline geldiği. Umarım kendisine bir şans verirsiniz. Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın!

Leave a Reply