Farkında olmadan çoğumuzun hayatında bir iz bırakmış biri belki de o. Her zaman yaptığı müzikle bizleri şaşırtmaya, heyecanlandırmaya devam eden biri, Radiohead grubunun solisti Thom Yorke. Geçtiğimiz yaz yine boş durmadı ve 2019’un merakla beklediğim albümlerinden biri Anima’yı çıkardı. Bununla da kalmayıp bu albümün soundtrack olarak kullanıldığı “Anima” adlı kısa filmde rol aldı. Kısa filmin yönetmenliğini ise, 8 kere Oscar adayı olmuş, sinemanın dikkat çeken ismi Paul Thomas Anderson üstleniyor. Bu proje, ikilinin ilk işbirliği değil aslında. Paul Thomas Anderson daha önce çoğu Radiohead klibinin de yönetmenliğini yapmıştı.
Peki nedir bu hem albüme hem de kısa filme adını veren anima? Anima kavramı aslında İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’un bir teorisinde anlam buluyor kendine. Jung’a göre her insan ruhen iki cinsiyeti de içinde barındırmakta. Animaysa erkek bedeninin bilinçdışı alanında yaşadığı varsayılan derin gölgesi yani erkeğin içindeki kadının gölgesi demek oluyor. Kararsız hisler ve ruh halleri, rasyonel olmayan şeyleri kabul etme gibi kadın psikolojisine yatkın özelliklerin anima biçiminde erkek ruhunda da bulunmakta olduğunu fakat bunların erkeksi duygulara göre çok daha geri planda olduğunu savunuyor. Varsayıma göre bir erkek kadınını seçerken animası önderliğinde seçmekte. Bir başka ifadeyle bir erkek kadınında kendi animasını bulmaya uğraşmakta aslında hayatı boyunca.
Filmdeyse ana karakterimizin kendi animasını bulma yolculuğunu izliyoruz. Film, albümden üç farklı şarkıyı barındırıyor. Bu üç şarkı da film boyunca hissettiklerinizi üç parçaya bölüyor aslında. Hiçbir repliğin bulunmadığı bu kısa film, beden dili, müzik ve dansın buluşmasıyla belki de bazı iki saatlik filmlerin size yaşatamadıklarını 15 dakikada yaşatıyor.
İlk bölümde “Not the News” eşliğinde aslında gayet sıradan bir ortamda buluyoruz kendimizi: metro. Herkesin suratında her gün aynı şeyleri yapmanın bıkkınlığı, robotik bir koreografi eşliğinde size her sabahınızı hatırlatıyor. Uyan, hazırlan, metroya bin, işe git, geri dön ertesi gün hepsini tekrarla. Tam da siz her gününüzün monotonluğunu ve çevrenizdeki insanların tek tip olduğunu düşünmeye başladığınız anlarda yeni duygular beliriyor birden. Ana karakterimiz “Not the News” boyunca bakıştığı kızın çantasını metroda unutmasıyla herkesin yaptığını yapmayı bırakıp peşinden koşmaya başlıyor kızın. Bu sırada siz de meraklanmaya başlıyorsunuz “Traffic” eşliğinde. Acaba kızı yakalayabilecek mi? “Dawn chorus” kısmına geçtiğimizdeyse karakterimizin karşısına çıkan zorluklara rağmen kızı yakaladığını ve bir araya geldiklerini görüyoruz. Böylece huzurlu bir hâl alıyor sizi de. Bu mutlu son ve ana karakterimizin animasını buluşu bir tebessüm bırakıyor yüzünüze. Film bitince ilk düşündüğüm şu oluyor: İçinde bulunduğumuz bu monotonluktan bizi kurtaracak en önemli elementlerden biri aşk belki de. Birinin peşine düşmek… Hayatımızın sıradanlığını alıp götüren, bizi farklılaştıran şey animamızı bulma yolculuklarımız aslında.