Bir bilinmezliğin içine sürüklenirken aslında bilincinde olduğumuz o bilinçsizlikteki farklı tiplemelerin ruh halini gözler önüne seren bir filmden bahsetmek istiyorum. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ve 12. İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin açılış filmi olan, 13 yıl aradan sonra yeniden yönetmen koltuğuna oturan Fransız sinemacı Leos Carax’ın türkçesi Kutsal Motorlar olan baş yapıtı Holy Motors, bana göre sinemaya gönlünü vermiş değerli bir yönetmenin sinema sektöründeki ilerleyiş olarak tabir edilen ama birçok yönden sinema sektörüne zarar veren durumlara bir başkaldırı olarak çektiği önemli bir film. İzledikten sonra neden daha önce izlemedim diye üzüldüğüm ender filmlerden olduğu için sizle paylaşmak istedim, filmi geçen gün Bilkent Cinamatix Klübü’nün düzenlediği gösterimde izleme şansı buldum ve bitiminde film üzerine birçok farklı yorum yaparak beyin fırtınası yaptık. Yorumlarıma ve konuşulanlara geçmeden önce size biraz da üstü kapalı bir şekilde filmin konusundan bahsetmek istiyorum.
Film, ailesinin yanından işe gitmek üzere ayrılan Oscar’ın, şöförü Celine’in doğrultusunda randevu adı altında verilen dosyalardaki karakterlere bürünerek onları oynamasını konu alır. Her bir karaktere limuzini içinde ve yolda giderken hazırlanan Oscar, gittiği hiçbir yolu sorgulamadan Celine’in verdiği dosyalara uyarak randevularına yetişir ve o karakterleri sırasıyla oynar. Herbir sahne, birçok açıdan kendine has öğretisiyle bir diğer sahneyle bağlanır. Ta ki son sahneye kadar.
Öncelikle şunun uyarısını yapmalıyım ki filmi izlemediyseniz eğer, bu paragrafı okumayınız ama filmi izlediyseniz, şimdi size kendi yorumlarımdan ve düşüncelerimden bahsetmek istiyorum. Ben filmi sahne sahne ve karakter bazından incelemek istiyorum çünkü bence filmin her sahnesi başka bir gönderme. Celine karakteri bizler için gerçekten çok önemli bir karakter çünkü Celine ne yaparsa onu sorgusuz sualsız kabul edip kendini hazırlayan Oscar (Denis Lavant) -kendisi çok değerli bir oyuncudur diğer filmlerini de gözüm kapalı öneririm- adeta bir kukla gibi hayat bizi nereye süreklerse oraya gideriz imajı çiziyor. Fakat bizi sürükleyen şey hayat mı yoksa belirli düşünceler mi bu benim kendime filmden sonra sorduğum en önemli sorulardan biri. Keza film bitiminde herkes kendi yorumunu yapmadan önce hocalarımızdan biri ‘Şöför fransız edebiyatında çok önemli olan yazar Celine’le aynı ismi taşıyor ve o çiziyor her şeyi. Deus ex machina’le de ilgisi var. ’ Dedi. Ondan da bu yorumu duyunca ben de hak verdim ki, yönetmenimiz Celine karakteriyle bize bir tanrı görseli çiziyor ve altında yatan mesaj ise ‘işler çığırından çıkınca gökten inen tanrı bizim yolumuzu açık eder’ diyerek bu karakteri çiziyor. Bu yüzden Celine karakteri bizler için çok önemli. İkinci bahsetmek istediğim şey ise, yönetmenimizin Denis Lavant’ın ismini ‘Oscar’ olarak seçmesi. Bence bu isimle, yapılan ödül yarışmalarının ne kadar önemsendiğini ama aslında yönetilen ve bağımsız olmayan bir durum sergilediğini ima ediyor. Üretilen filmleri tartıp biçenlerin öznel olduğunu ve bunu unutmamamız gerektiğini göstermek istiyor. Yönetmen, hepimiz sürekli bağımsız ve özgür bir birey gibi hissederken aslında görünmeyen birçok şeye bağlı olduğumu hatırlatıyor.
Sahnelerden bahsetmem gerekirse, her bir sahne için bir bir açıkla yazmama tabii ki de imkan yok çünkü ne o kadar bilgi sahibiyim ne de işin uzmanı değilim ama kendimce açıklamam gerekirse bence yönetmenin temel mesajı ‘Kutsal motorları artık bırakın! Ben de şimdi sizlere onlardan güzel bir seçki sunacağım ama onlar geçmişte kaldı, evet kutsallar ve muhteşem katkıları var ama geleceğin anahtarı ‘randevusu’ sizin elinizde, kendiniz üretin ve geliştirin. Onlarıdan da etkilenin fakat artık yeter! Onların sineması değil kendi sinemanızı oluşturun.’ O yüzden betimlediği ve kameraya aldığı her sahnede sinemayı sinema yapan yönetmenlerden esinlenerek karakterler yaratıp, onların yarattığı görselle, teknikle ve kurguyla çekiyor. En çok gözüme çarpan ve hissettiğim, Jean- Luc Godard’dı. Kendisi fransız yeni dalgası akımın baş yönetmenlerinden biridir. Fransız yeni dalgası da o dönemdeki yönetmenlerin aynı dekor içine hapsolmuş yaratıcılıktan yoksun ve bütçe yetersizliği yüzünden neredeyse birçoğunu hayallerinden vazgeçiren şartlara karşı durup herkesin sokağa inerek kamerasını alıp film çekebilmesini ve doğal çevreyle yaratıcı sonuçlar elde edilmesini sağlayan bir akımdır. Godard’da bu akımın babasıdır. Leos Carax’da bizlere bazı sahnelerinde Godard tarzı bir şölen sunuyor. İkinci ilgimi çeken yönetmen ise Hitchcock, tam olarak net bir şekilde göremesem de bana Oscar’ın dekoru küçük bir delikten bakıp açması ve o dekorun orman detaylı olması zihnimde ‘ Alfred Hitcock’un açtığı dünyaya giriyoruz’ görseli çizdi. Son sahneden bir önceki sahnede ise Oscarın ‘American Dream’ evlerinden birine girip, ailesinin şempanzeler olduğu adeta bir bilim kurgu aydınlatmalarıyla evin camından bize bakması da bana Stanley Kubrick’in önemli eserlerinden biri olan 2001:a space odyssey’i hatırlattı. Ben de evrilmeye ve değişime gidiyoruz gibi bir düşünce oluşturan Leos Carax, ima ettiği motorlarla son sahnede de arabaları konuşturarak bizleri gülümsetmesi de farklı bir bakış açısı sunuyor. Benim gözüme çarpan küçük detaylar genel olarak bunlar. Umarım siz de keyif almışsınızdır ve filmi izlemeyenler de bir an önce izler.
Görseller: https://www.imdb.com/title/tt2076220/mediaindex?ref_=tt_pv_mi_sm
Işınsu Topçuoğlu