Herkese selam!
Hayatta bir şeyleri bitirmeyi düşündüğünüz anda aklınıza düşen bir küçük kurtçuk büyür, büyür, büyür ve bir kez düşündünüz mü, bu düşünce yaşama dönüşür. Bir bakarsınız bu küçük kurtçuk sizden siz olmayı almış. İşte bu kadar gerçek hislerin, düşüncelerin eşsiz bir dille anlatıldığı bir filmden bahsetmek istiyorum bugün. Her gördüğümde tekrar tekrar izlemek istediğim fakat kıyamadığım bir film.
Filmin orijinal adı I’m Thinking of Ending Things, dilimize de Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum olarak çevrilmiştir. 4 Eylül’de Netflix’te gösterime giren filmi eminim ki Netflix hesabı olan herkes bir kez olsun görmüştür. Filmi izlememiş olanlar olabileceği için detaylı bir analiz yapmaktan çok bu yazımda size sadece filmi tanıtmak istiyorum.
Öncelikle filmin yönetmenliğini Charlie Kaufman üstleniyor. Kendisini Being a John Malkovich(1999) ve Eternal Sunshine of The Spotless Mind (2004) filmlerinin eşsiz senaryolarından tanıyoruz. Daha sonra ilk yönetmenliğini üstlendiği Synecdoche, New York (2008) ile de yönetmen olarak ne kadar başarılı olabileceğini hem sinema sektörüne hem de biz seyircilere gösteriyor. Bu yaşayan deha, adeta bize sinema adına çok önemli eserler bırakmaya devam ediyor. Sinema sektörü adına zorlu geçen bu yılda sektöre de seyirciye de nefes aldırıyor.
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum filmi aslında bir kitap uyarlaması. Aynı isimli Iain Reid’in kitabı, ben kitabı okumadım fakat eminim olabilirsiniz ki Kaufman sadece hikayeyi senaryoya kopyalayan bir yönetmen değil. Hikayeyi senaryoya aktarırken ona film içinde ruh katan bir yönetmen. Film, birçok sanatsal gönderme ve imgesel bölümler de içeriyor fakat hiçbir detay başka bir detayı gölgelemiyor ya da önüne geçmiyor. Bu durum da bizde ‘film’ izlediğimiz hissini unutturup ‘gerçek’ bir dünyadayız hissini uyandırıyor. Bütün bunlara ek olarak bu kurmaca gerçek dünyanın ‘kurmaca’ olduğunu farklı detaylarla ruhumuza işliyor.
Size gerçekten hiçbir detay ya da sahne hakkında bilgi vermek istemiyorum çünkü filmde her detay ve sahne birbiriyle ilişkili olarak inşa edilmiş. Biz seyirciler ise film boyunca yalnız olmakla, içsel yalnızlığın arasındaki ince çizgide yürüyoruz. Bazen sağa doğru bazen sola doğru dengemizi kaybediyoruz. Yalnızlığın soğuk ve kasvetli hissine aslında filmin en başından beri aşina olsak da ilerleyen sahnelerde dahil olan karakterler bizi bu hissin içinde yine sağa sola sürüklüyor. Peki filmin sonunda öz yalnızlıkla kucaklaşabilecek miyiz?
Şimdiden keyifli seyirler!