Arabesk müzik Türkiye’de her zaman tartışmalı bir konumda bulunmuş bir müzik türü. 70’lerde ilk tohumlarını atıp 80’lerde zirvesini yaşamış olan tür, 90’larda popun yükselişiyle birlikte daha kemik bir dinleyici kitlesinde hapsolmuş, 2000’lerde ise gitgide poplaşarak yavaş yavaş sönmüştü. Bu 30-40 yıllık macerasında ise sinemadan, magazine; siyasetten toplumsal hareketlere kadar her alanda etkisi hissedildi arabeskin ve tüm bu süreç boyunca fikirsel bir kutuplaşma oluşturdu toplum nezdinde. Fakat bütün bu sürecin, bütün bu tartışmanın bir istisnası var ki tüm toplumun kendisinde birleşebildiği, her dinleyicinin çalma listelerinde utanmadan sıkılmadan en az bir şarkısını bulundurabildiği, kendi müzik türünün 2000’lerdeki çöküşüne karşın asıl yükselişini 2000’lerde yaşamış bir isim. Milenyum öncesinde “Jiletçiler” olarak da bilinen inanılmaz derecede tutkulu takipçilerinin, milenyum sonrasında ise neredeyse tüm Türkiye’nin “babası” Müslüm Gürses, nam-ı diğer: Müslüm Baba…
Arabesk Bir Hayat
Müslüm Gürses’in hayatı da aslında acıdan beslenen bu müzik türü gibi. Son zamanların en çok konuşulan filmlerinden biri olan “Müslüm”de de işlenen hayatı, pek çok kişinin kaldıramayacağı birçok acıyla ve kederle dolu. Yoksul bir ailenin en büyük çocuğu olan Müslüm Akbaş; ne kendisini ne de müziğe olan sevgisini tam olarak ifade edemediği bir ailede büyümüş, aile içi pek çok dramı da daha çok gençken tatmış biri. Bunlardan en şoke edeni de muhtemelen kendi babasının, yine kendi annesini ve iki yaşındaki kız kardeşini öldürmesi olayıdır. Bu büyük travmadan sonra erkek kardeşiyle birlikte evden kopan ve çeşitli gazinolarda sahne alan Müslüm, ilerleyen yıllarda maalesef erkek kardeşini de kaybeder. Gazinolarda çalıştığı dönemlerde geçirdiği bir trafik kazası sonrası yanlışlıkla morga kaldırılmışlığı bile bulunan Müslüm, acıların ve travmaların içerisinde bir çocukluk ve gençlik yaşamış kısacası. Hayatının ilerleyen yıllarında ise Akbaş ailesinin babasıyla birlikte kalan son üyesi olan Müslüm, yeni “Gürses” kimliğiyle beraber bu yaşadığı acıları müziğine dökeceği bir hayata açılacaktı.
Baba Dörtlü’nün Korkulan Üyesi
68 yılında “Emmioğlu/Ovada Taşa Basma” adlı ilk 45’liğini çıkaran Müslüm Gürses, hızlı şekilde başarı basamaklarını tırmanmaya başladı. Daha sonra İstanbul’da Palandöken firmasıyla çalışan Gürses, yalnızca bir sene sonra plakları 300.000 gibi korkunç rakamlarla satan biri olacaktı. Bu gibi başarılarla hızla ünlenen Gürses, arabeskin “Baba Dörtlü” olarak tabir edilen efsanelerinden biri olmuştu bile. Daha sonraları, 60’ların Yeşilçam yıldızı Muhterem Nur ile evlenen Müslüm Gürses, artık belli bir kitle için “Baba”ydı. Bu arada Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Orhan Gencebay’la birlikte “Baba Dörtlü”, tüm Türkiye’yi sallamaya başlamıştı artık. Entel kesimin büyük bir korkuyla yükselişini izlediği arabesk müzik, artık gecekonduların tek müziği olmuştu, hele de bu “Baba Dörtlü”nün müziği. Fakat Müslüm Gürses bu dörtlüden biraz ayrılıyordu. Baba Dörtlü içerisinde en sadık hayran kitlesi olan ve en dar kesime hitap eden sanatçıydı. Hayran kitlesinin büyük çoğunluğunu konserlerinde kendilerine jilet vurdukları için “Jiletçiler” olarak anılan bir garip insan grubu oluşturuyordu. Bu grubun dışında da müziği dinlense de ister istemez gitgide Müslüm Baba’nın müziği de bu holigan grubun tarzına doğru evriliyordu. Oysa İbrahim Tatlıses, pek çok filmde boy gösteren, özel hayatı çokça konuşulan ve 90’lı yıllarda “İbo Show” ile daha da ana akımlaşacak; Ferdi Tayfur da aynı şekilde pek çok filmde yer alan; Orhan Gencebay ise müziğine hürmet edilen, çoktan dokunulmaz ilan edilmiş bir şahsiyetti. Bu dörtlü içerisinde bir türlü ana akımlaşamayan; hayran kitlesi sebebiyle hep korkulan tek kişi ise Müslüm Baba’ydı, ki 90’lı yıllarda bu korku iyice pekişti.
Popun yükselmesiyle birlikte arabesk daha kemik bir kitleye yöneliyordu 90’lı yıllarda. Bu da halihazırda kemik bir kitlesi bulunan Müslüm Baba’yı daha göz önüne çıkarmıştı; fakat müziğiyle değil, hayran kitlesiyle. Konser girişlerinde jilet satılan ve bir sözüyle binlerce kişiyi sürükleyen Müslüm Baba her ne kadar ekranlarda nahif bir portre çizse de pek çok kişi tarafından korkuyla yaklaşılan biri olmuştu. 89 yılındaki bir konserinde heyecandan sahneye çıkıp Müslüm Gürses’in kendisini bile bıçaklayan bir kitleydi sonuç olarak bu. Fakat bunlara rağmen televizyonlarda daha sık görülmeye başlamıştı Gürses. Müziğinin en ağır dönemleri de bu dönemlerdi. Buna karşın eski arabeskçiler yumuşuyordu. Televizyonlarda Ferdi Tayfur’un gitar çalıp, rock dinlediği konuşuluyordu. Orhan Gencebay, rock müzik yapanlarla aynı sahneye çıkıyordu. Sanki Gürses de bir değişim bekliyormuş ya da planlıyormuş gibiydi ama bunu henüz müziğine dökemiyordu ve kötü ünü peşinden bir türlü gitmiyordu. Fakat milenyumun başlamasıyla bu kötü ününü tümden kaybedecekti Müslüm Gürses.
Jiletçilerden Türkiye’ye
Müslüm Gürses zaten arada da olsa başka kişilerin şarkılarını yorumlamış biriydi, fakat 2000’lerin başlamasıyla artık bu yorumlar dikkat çekici bir düzeye geliyordu. 2001 yılında Universal şirketiyle anlaşan Gürses, Nilüfer’in çok da hit olamamış “Olmadı Yar” şarkısını yorumladı ve şarkı bir anda büyük bir gürültü kopardı. Daha sonra bir rock grubu olan Duman da aynı şarkıyı yorumlayınca Müslüm Gürses’in tarz değiştirdiği konuşulmaya başlandı. Ama asıl kırılma “Paramparça” bestesiyle yaşanacaktı. Aslen Teoman’a ait olan şarkı Müslüm Gürses’in tarzıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir şarkıydı. Bir bar taburesi üstünde babasının öldüğü yaşta olan bir adam hayal ederken kimsenin aklında Müslüm Gürses canlanmazdı doğal olarak. Fakat bu yorum da beklenenden büyük bir beğeni toplamıştı ve bir anda ortalama bir dinleyicinin de dinleyebileceği hale gelmişti Müslüm Baba. Kemik kitlesi ise bu değişimi o günlerde “Cihangirli tayfa Müslüm’ü elimizden aldı.” diyerek özetleyecekti. Üçüncü milat ise Bülent Ortaçgil’in “Sensiz Olmaz” şarkısını yorumlamasıyla olacaktı. Bülent Ortaçgil, Teoman kadar ünlü biri de değildi ve üstelik sadece entel olarak tabir edilen kesime yönelik müzik yapan biriydi. Yine kendisiyle alakası olmayan sularda yüzdüğü söylenen Gürses, bu yorumuyla da oldukça iyi bir iş çıkarmasını bilmişti. Hatta çoğu kişi şarkının orijinallerinden daha çok beğeniyordu Gürses’in yorumlarını. 2004’teki “Rock İstanbul” etkinliğinde sahneye çıkacağı söylenmesiyle birlikte artık film kopmuştu. O zamanın gazeteleri de şaşkınlıklarını gizleyememişti bu gelişmeye.
Mungan’lı Günler
Artık “Cihangir Tayfa” olarak adlandırılan entellerin de rock dinleyen kesimin de arabesk severlerin de kısacası tüm dinleyicilerin radarındaydı Müslüm Baba. Önceleri sadece TGRT gibi kanallarda boy gösteren Müslüm Gürses, artık televizyonların aranan kişisiydi. Fakat kalitesi hala sorgulanabilir bir noktadaydı. Hala tam olarak emin olamamıştı onun yaptığı işlerden hiç kimse. Bu ise Murathan Mungan’lı ve Sunay Özgür’lü “Aşk Tesadüfleri Sever.” albümünden sonra değişecekti. Albüm çok ciddi yorumlardan oluşuyordu. Çoğunluğu yabancı şarkıların Murathan Mungan tarafından Türkçe’ye uyarlamasından oluşacaktı. Ama uyarlanacak şarkılar ve sanatçılar çok dikkat çekiciydi. Bob Dylan’dan Leonard Cohen’e, Björk’ten David Bowie’ye, Garbage’tan Rainbow’a pek çok tarzdan pek çok ünlü sanatçının şarkısına ev sahipliği yapıyordu albüm. Buna rağmen Albüm’ün altından çok net bir şekilde çıkmıştı Müslüm Baba. Çok ciddi dinlenmelere ulaşamasa da bu albümle ilk defa artık kemik kitlesine hiç mi hiç hitap etmeyen bir iş çıkarmıştı Müslüm Baba. Rainbow’un “Temple of The King” şarkısından uyarlama “Affet” ve “Nilüfer” gibi Gürses’in en çok bilinen şarkıları bu albümden çıkmaydı. Daha sonra ise aynı ekip “Sandık” albümüyle yine kaliteden ödün vermeden bu sefer daha çok kişiye ulaşacaktı. Müslüm Gürses artık eski kemik kitlesinden uzaklaşmıştı, fakat ana akım müzikte çok farklı bir yere ulaşmıştı. Kemik kitlesinin “Baba” lafını bir anda tüm toplumun neredeyse tamamı benimsemeye başlamıştı. Yine Murathan Mungan’la çıkaracağı “Yalan Dünya” ile birlikte artık toplumun gönlündeki yerini pekiştirmişti Baba ve tarzının diğer müzisyenlerinin aksine asıl yükselişini milenyumla birlikte yapmıştı.
Herkesin Babası
2013 yılında ani bir şekilde kaybettiğimiz Müslüm Gürses, arkasında çok büyük bir kültürel ve müziksel miras bıraktı. Yıllar boyu kimilerinin korktuğu, kimilerinin de aşık olduğu bir isim olarak karşımıza çıktı. Bu ikilem ve aşırı fanatik taraftar kitlesinden dolayı, 80’li 90’lı yıllarda kendisi ve dinleyici kitlesi hakkında akademik çalışmalar bile yapıldı ve pek çok tez yazıldı. İsyanın ve acının gecekondulardaki sesi oldu. Milyonlarca kişinin bağırışı oldu. Milenyum sonrasında ise bambaşka şekillerde karşımıza çıkmasına rağmen kemik kitlesinden çıkıp Türkiye’nin babası haline geldi. Milenyum sonrası Türkiye onu bambaşka ve belki de asıl haliyle, nahif kişiliği ve farklı tarzıyla tanıdı. Zevkler ve renkler tartışılmaz fakat günümüzde bile halen her zevkten insanın radarında bulunabilecek eserler çıkardı. Gerek icra ettiği arabesk müzik, gerekse kendisi ülke üzerinde yıllar boyu derin izler bıraktı. Kısacası sadece müzik değil, yakın Türkiye tarihi konuşulurken bile bahsedilmesi zorunlu insanlardan biri haline geldi. Aşırılıklar içerisinde bir kariyeri olsa da herkesin aklında beyaz takım elbiseli, sakin haliyle hatırlanır oldu ve Müslüm Gürses’i 3 Mart 2013’te; bu sefer sadece kemik kitlesi değil, elitinden gecekondusuna tüm Türkiye şu şekilde uğurladı: “Biz sana beyaz yakışıyor derken kefeni kastetmemiştik Baba.”
Kaynakça
Resim[5]: http://www.radikal.com.tr/hayat/kac-kadeh-kirildi-1123682/
Resim[6]: https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/nirvana-degil-muslum-baba-227283
Resim[7]: https://open.spotify.com/playlist/5AFbOeTg3WpkA9ah19QsVK