“Cadı” kelimesinin bize çağrıştırdığı çirkin burunlu, acımasız gülüşlü şu yaşlı masal kahramanı kadın henüz doğmamıştı o zamanlar; hatta “cadı” kelimesi bir sıfat olmayı bıraksın bir isim bile değildi henüz. Cadı’lar yoktu cadıların zamanında; büyüklü küçüklü kadınlar vardı büyükannelerinden masallar dinleyen, asfaltsız köylerin elektriksiz kulübelerinde. Büyüklerinin anlattıklarını mum ışığının turuncu mavi alevinden izleyen, duvarlardaki gölgelerde resmettiklerini karın boşluklarında hissedebilen kadınlar vardı; çirkin burunlu ve güzel burunlu olanlar. Büyükanneler, anneler, kızlar, küçük kardeşler… Gün içinde bulaşık yıkadıkları suyun köpüğünden geleceklerini okuyan, süpürdükleri örümcek ağlarıyla birlikte bilinçaltlarındaki sıkıntıları “ev”lerinden atan bilge kadınlar vardı o zamanlar. Kulübelerinde sık sık geceleri toplaşıp tecrübelerini, duygularını paylaşan, paylaştıkça güçlenen, güç kazandıkça bilgeleşen bu kadınlar; gündüzleri sessiz sakin bahçeleriyle, evleriyle ve çocuklarıyla ilgilenirlerdi. Bahçeden topladıkları otlarla çocuklarının yaralarını iyileştirirken; kocaları için çiçekler toplarlardı bazen. Kuru otları temizler, kötülükleri uzak tutarlardı yuvalarından. O zamanlar ateşe atılanlar da bu kuru otlardan ibaretti yalnızca, ya da olsa olsa koca kazanlardan. Bu kadınlar kendilerinden sonra gelenlere bilgilerini aktarır, zamanı geldiğinde görevlerini kendi bedenlerinden doğan çocuklarına devrederlerdi. Ölümsüz kadınlardı onlar ektikleri bitkilerde, doğurdukları çocuklarda, sevdikleri adamlarda yaşamaya devam eden. İnançlı kadınlardı; inandıklarını ve inanmak için ihtiyaç duyduklarını içlerinde, yarattıklarında ve elbette doğada bulan. Okuyan, yazan, yaratan, öğreten kadınlardı; bir gün köylerine Bunlar Günah” isimli bir canavar adam gelip ellerinden parşömen kağıtlarını, ayaklarının altından yağmur kokan topraklarını almaya; ağızlarını mühürlemeye, ruhlarını bedenlerinden zorla çıkarmaya çalışana kadar. Bunlar Günah’ın emrinde bir sürü adam varmış ki onlar -kendi çocukları ve kardeşleri- siyah giyinmiş, sanki derilerinin altındaki zifiri karanlık değilmiş gibi. Sonra bu adamlar kocaman bir ateş yakmışlar, içlerindeki karanlıktan kurtulabilmek için. Ateşi körüklemek içinse bu kadınları kullanmışlar. Haksız da sayılmazlarmış hani; nasıl olur da bu kadınlar doğru otları bulup kaynatıp iyileştirebilirmiş bir hastalığı, çocuklarının cinsiyetini ya da kopacak bir fırtınayı önceden bilebilirlermiş. Bu, Tanrı’ya karşı gelmekmiş; bu, Şeytan’ın ta kendisiymiş. Yoksa şu çirkin canavarın ülkelerinde ne işi olabilirmiş? Sezgi denen şey Şeytan’ın elçisiymiş onlara göre bu kadınlarının en derinlerinde ve bu elçiler bu kadınların en derinlerinde mutlu mesut yaşamaktalarmış. “Bunu durdurmak için ne gerekirse yapılmalı” demişler böylece: “Cadı’yı yakalım”.

 

İşte cadı kelimesi o gün doğmuş, merak eden varsa; tarih 15. yüzyıl başlarıyken. Bundan sonra da sönmemiş bu adamların o gün yaktıkları ateş. Şimdi bunların üstünden altı yüz küsür yıl geçmiş ve her gün onlarca mum aynı anda yakılır, her dakika yüzlerce insan doğarmış. Mumları üfleyip söndürürken dilek tutarmış hala doğanlar, -aslında bu özel kadınların mirasından kalan bir alışkanlıkla- Tanrıça Artemis’in adıyla; farkında olmadan yaşatır, korurlarmış yakıp yok edilmek istenen her şeyi siyah giysili o adamlardan. Kaç tanesi bilirmiş ki ataları onların içlerindeki sezgisel gücü koruyabilmek adına savaşıp, karşılığında çeşitli işkencelere maruz kalmadan önce bir zamanlar, bir yerlerde, bembeyaz giyinmiş kadınlar Artemis adına içlerine beklentilerini kattıkları, büyüyen ay şeklinde kekler yapar; üstlerine mumlar koyarlarmış. Kaç tanesi farkındaymış ki doğum günü pastasının üstünden üfledikleri mum, atalarının onlara bırakmaya çalıştığı/bıraktığı binlerce ritüelden sadece biriymiş? Ya da kaç tanesi farkındaymış ki beklentilerine ulaşmak adına yapabilecekleri, mum üflemekten çok daha fazlası varmış en derinlerinde?

 

Farkındalıktan uzak otoriteler tarafından anlaşılamamış, bu yüzden engizisyon mahkemelerinde inançları uğruna savaşan; işkence edilen, “Cadı!” diye yakılan cesur ve özel kadınlara; varlıkları, yok edilişleri ve elbette sonsuza dönüşmeleriyle bana her zaman ilham verip, sesimi bulmama yardım ettikleri için teşekkürler.

 

* Başlık, Cassandra Eason’ın, bu yazının yazılmasında bana fikir ve ilham veren, “All Women Are Witch” (Bütün Kadınlar Cadıdır) adlı kitaptan alıntıdır.

Leave a Reply