90lı yıllarda altın çağını yaşayan britpop için en basit tanım İngiliz/Britanya alternatif rock müziği olabilir. Brit(ish) ve pop(ular) sözcüklerinden türeyen bu terimin varlığı bile -günümüzde eski enerjisini kaybetmiş olsa da- bu müzik akımının ürkütücü başarısını anlatıyor denilebilir. Burada özellikle dikkatinizi çekmek istediğim şey şu: Britpop bir müzik türü değil, bir müzik akımıdır; çünkü bu kategoriye soktuğumuz farklı türlerde müzik yapan gruplar var. Öyleyse ortak özellikleri ne ki hepsine britpop diyoruz? Bu konuda medyada farklı açıklamalar olsa da, haddime düşmeyerek, aslında bütün olay; tavırdan ve içerikten ibaret diye özetleyebilirim. Açıkçası bu konuda yazılacak, araştırılacak, karıştırılacak çok şey var. Fakat ben bu yazıda biraz daha tarihsel bir yol izleyip Britpop’u anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

1950’lerde doğduğunu söyleyebileceğimiz İngiliz popüler müziği denince akla ilk gelecek isim Beatles. Bu nedenle Beatles‘ın kurucusu dört efsane adamın (ki kendileri John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Ringo Starr olmaktadır) britpop akımının temellerini attıklarını söylememiz yanlış olmazmış gibi gözükse de; aslında Beatles  ve hemen ardından Rolling Stones pek de İngiliz tarzı işler üretmemişlerdir. Neyse ki 60’lı yılların başında sesini duyuran Small Faces, The Kinks, The Who ve daha birçok grup, sonradan İngiliz popunun kökleri diye tanımlayacağımız şarkılar yapmaya başlamış ve hatırı sayılır bir başarıya kavuşmuşlardır. Böylece 60’ların sonlarında artık İngiliz rock müziği dünyada gitgide daha çok sevilir ve ciddi anlamda popülerleşmeye başlamıştır. 70’ler denilince aklımıza gelecek glam-rock ve daha sonra da punk akımlarının da britpop’un gidişatı üzerinde oldukça etkisi vardır. Bu etkiyle birlikte 80’ler İngiltere’sinin gri sokaklarında; yırtık t-shirtleri, zincirleri, piercingleri ve renkli saçlarıyla gezmekte olan soluk tenli asi çocuklar, punklar, skinheadler, teddy boylar; karanlık bar sahnelerindeyse; The Clash, Primal Scream, Joy Division gibi post-punk ve indie grupları dolaşmaktadır. Tabii bu arada The Jam‘i de unutmamak gerek. İngiltere’den çıkan en sağlam punk gruplarından biri olduğunu iddia edebileceğimiz The Jam, 70’lerde henüz ‘süper’ popüler sayılmasa da, 80’lere gelindiğinde Londra’nın en aranan gruplarından biri olmakla kalmayıp; britpop kimliğinin oluşumunda da büyük bir rol oynayacaktır. Ancak bir süre sonra grubun kurucusu Paul Weller, The Jam‘i dağıtıp daha farklı bir tarzda ilerleyecek olan Style Council‘ı kurar.

Neyse ki İngiliz gençleri, kendilerine çoktan yeni idoller edinmiştir: Örneğin; The Smiths ve Morissey, ya da Joy Divison. Morissey‘in şarkı sözleri, Johnny Marr‘ın gitar soloları derken Britpop, artık hakkını vere vere İngiliz olmuştur. Tıpkı Londra’nın klişeleşmiş gri havası gibi içsel, derin, depresif ve yalnız, ama gururlu bir müzik türüdür ortaya çıkan. 80’lerden devam ederken adını anma ihtiyacı duyduğum diğer grup/müzisyenlerden bazıları: New Order, A Guy Called Gerald, The Stone Roses, The Happy Mondays, The Charlatans, Inspiral Carpets… diye devam eder. Fakat bu saydığım gruplar içinden son dördü 90’lara gelindiğinde daha farklı bir şeyin peşindedir: Acid House. Elektronik müzik ve ’24 saat parti’ geleneği böylece İngiltere’de yaygınlaşmaya başlar ve daha sonraları da Prodigy efsanesi doğar. İşte tam bu sırada Amerika’da bambaşka bir müzik türü ortaya çıkmıştır: Grunge! Grunge’ın popülerleşmesiyle birlikte Rock’n Roll ruhunun peşine düşer tekrardan İngilizler; en azından azımsanmayacak bir kısmı bir köşede unuttukları gitarlarını eline alır yeniden. Yanlış anlaşılma olmasın, kesinlikle ‘Grunge’ yapmayacaklardır; aksine grunge’a tepki olarak çalar bu kez İngilizler. Böylece günümüzde Britpop’un sözlükte karşılığı gibi görünen Oasis, Blur ve Suede doğar. Blur‘ün 93 yılında piyasaya çıkan “Modern Life is Rubbish” albümüyle birlikte, Britpop terimi (aslında 80lerden beri belirli çevrelerde kullanılmakta olsa da) nihayet 1994 yılında tam anlamıyla kabul görür. O sırada, Brett Anderson arkasında İngiliz bayrağıyla poz verdiği Select dergisi kapağında Amerikan grunge’ına kibirle cevap göndermektedir: “Yanks go home!”. Bu olayların hemen ardından ortaya çıkan ve 90’lı yılları etkisi altına alan Britpop patlamasını anlatmak sayfalar sürer, fakat listeye birkaç grup daha ekleyebiliriz. Placebo, Travis, Manic Street Preachers, Pulp, Muse, Echobelly, The Auters, Belle and Sebastian, Super Furry Animals, The Verve, Supergrass, Radiohead, The Divine Comedy ve Stereophonics; britpopu yansıtan şu İngiliz duruşu (daha doğrusu kulağa tuhaf gelse de Britanyalı duruş) adına farklı tarzlarda, sağlam örnekler. Bu arada Coldplay, Franz Ferdinand, Libertines, Kaiser Chiefs ve Bloc Party gibi daha yeni grupların Britpop akımından etkilendiği, fakat bu gruba alınmaması gerektiği tartışılsa da duruşlarıyla aslında oldukça İngiliz, oldukça Britanyalı’lar; ama 2000’li yıllarda ne yazık ki Britpop eski ruhunu, enerjisini, “Britanyalılığını” taşımıyor. En azından çoğumuz için…

Britpop akımının başlıca koşulu olarak tavır ve içerik derken de tam olarak bu Britanyalılık’tan bahsetmekteydim. Her ne kadar kaynaklarda İngiliz tavrı olarak anılsa da, Britanya’nın diğer bölgelerinden çıkan grupların da bu akıma katkısı büyüktür. Britpop tavrını basitçe; “soğukkanlı İngiliz insanı” klişesini alıp, İngiliz ‘cool’ tavrı diye değiştirerek anlatabiliriz. Başka bir deyişle britpop bize İngiliz geleneklerinden, kraliyet ailesinden, Britanya tarihinden, Britanyalı edebiyatçılardan, beş çayından ya da kriketten bahsettiği kadar; sinema, moda, politika, modern yaşam, futbol, gençlik, ilişkiler, Londra metrosu, başıboşluk, fastfood, yalnızlaşma, modernizm ya da mizah diye devam edebilecek upuzun bir liste boyunca aslında Britanya’yı ve özellikle İngilizleri ilgilendiren her şeyi anlatan; tek bir ‘sound’la kendini sınırlamayan; enerjik, derin, yalnız, iğneleyici, bazen depresif ama eğlenceli, asi ve mantıklı, belki biraz da kibirli bir müzik anlayışıdır diyebiliriz.

Elbette böyle köklü bir konuda yazarken gözden kaçırdığım, unuttuğum veya öznel davrandığım durumlar olabilir. Yine de bu yazının konu hakkında genel olarak bilgi verebildiğine inanıyorum. Son olarak Britpop tanımımı somutlaştırmak adına, farklı tarz britpop şarkılarından oluşan bir playlistle bu yazıyı bitirmekte fayda var.

Stereophonics, Bank Holiday Monday

Elastica, S.O.F.T.

Primal Scream, Kill All Hippies

Radiohead, Pop is Dead

Placebo, English Summer Rain

Stone Roses, Ten Storey Love Song

Smiths, Shakespeare’s Sister

Franz Ferdinand, Ulysses

Kaiser Chiefs, Modern Way

Clash, Kingston Advice

Blur, Essex Dogs

Happy Mondays, 24 Hour Party People

Ocean Color Scene, I Told You So

Skunk Anansie, Rise Up

Kinks, Victoria

Supergrass, Bad Blood

Pulp, Common People

Auteurs, How Could I Be Wrong?

Joy Division, Colony

Muse, Glorious

Suede, Europe is Our Playground

Oasis, Masterplan

Divine Comedy, Perfect Lovesong

Jam, English Rose

Verve, Sonnet

Morissey, Irish Blood English Heart

Belle and Sebastian, Lord Anthony

Inspiral Carpets, Rain Song

Coldplay, Till Kingdom Come

Travis, Ballad of J. Smith 

 

Leave a Reply