Keira Knightley’i, üstünde 18. Yüzyıl’da giyilen elbiselerden biriyle Victoria dönemine ait şatolarda görmekten sıkıldığımı bu filmi izleyene kadar hissetmemiştim. Knightley, bu filmde bazen kocasıyla arkadaşlarının partisine giden eş, bazen de üstüne bir T-shirt geçirip sabahleyin kahve almaya çıkan kadındır. Filmin adından da anlaşılacağı gibi, film baştan sona bir geceyi anlatmaktadır: Birbirlerinden sadece bir geceliğine uzak kalan evli çiftin bir anda kendilerini belki de hayatlarının en zor sınavının içinde buldukları geceyi. Konu olarak çok kısıtlı görünse de, bugüne kadar ki kadın-erkek ilişkilerini irdeleyen en iyi dramlardan biriydi. Bu konudaki birçok dramda, verilmek istenen mesaj filmin herhangi bir yerinde direkt verilir, ancak bu filmin en güzel yanı, insanı filmdeki kurgunun üzerine düşünmeye zorlaması. Adam (Sam Worthington) güzel ve çekici iş arkadaşı tarafından (Eva Mendes) baştan çıkarılmaya başlar, kadın (Keira Knightley) ise evlenmeden önce beraber olduğu eski sevgilisiyle (Guillaume Canet) karşılaşır ve onunla akşam yemeğine çıkmayı kabul eder. Bir tarafta duygunun var olmadığı bir aldatma varken diğer tarafta duygunun hatta aşkın var olduğu bir aldatma gerçekleşir. Film hangisinin ‘gerçekten’ aldatma olduğunu düşündürtüyor bütün senaryo boyunca. Her şey bittiğinde ve gün doğduğunda kadın mutsuz erkek ise pişmandır. Filmin kendisini baştan sona merakla izlettirmesindeki en büyük etken çok bilindik bir konunun işleniyor olması. Aldatma ve aldatılmak… Sevgililerin ve eşlerin günlük hayatta birçok kez sohbetini yaptığı ve endişesini duyduğu hatta birçok çiftin yaşadığı bu durum için, izleyen kendisini ister-istemez kişilerin ve olayların içersine sokuyor. Kendisinden örneklemeler yapma ihtiyacı duyuyor. Film eğer kendinden bahsettiriyor veya sizi içine çekiyorsa başarılıdır diye düşünüyorum.
Filmin en güzel yanlarından birinin de müzikleri olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle Peter Broderick & Clint Mansell’in “Last Night” için özel olarak düzenledikleri “Not at Home” parçası inanılmaz. Dinlerken içinde olduğunuz ruh halinden sizi çıkartan ve yeniden filmin ruhuna büründüren bir parça.
“The Last Nigt”ın anlaşılmadık ya da alışılmadık tek yanı bana kalırsa sadece sonuydu. Hani bir film izlerken en heyecanlı ve önemli yerinde elektrikler kesilir ve insan öylece donakalırs ya, bu filmin sonunda da aynısını yaşıyor insan. Tek farkı elektriklerin kesilmemesi ve bir anda jeneriğin başlaması… Film sona geldiğinde ‘bitti mi şimdi?’ diye soruyorsunuz ama en azından diğer romantik filmlerde ki gibi istediğiniz mutlu sonla bitmiyor. Gerçek hayatta bitmesi gerektiği gibi bitiyor. Aksiyon filmlerinde böyle bitişler sık sık yaşanır fakat izleyici devam filminin geleceğini bildiği için, filmin sonu garip gelmez. Bu filmde böyle bir devam filminin de olmayacağını bilerek sonunun böyle olması insanı daha yerinden kalkmadan sonunun nasıl olabileceği ya da karakterlerin bundan sonra neler yaşayacağı hakkında düşünmeye sevk ediyor. Yine de, ihaneti bir kişilik bozukluğu gibi göstermek yerine, ihanetin gerekçesinin ne ya da neler olabileceğini sorgulamaya yönelik, karakterlerin birbirlerine verdikleri cevabın size doğru savrulup yüzünüze tokat gibi çarptığı bir film “The Last Night”. Gişe filmlerinde ve onların yapmacıklıklarından sıkılanlara içtenlikle tavsiye ederim.
İyi seyirler.