“Kuğu Boynu, mekanizmanın hassasiyetini ayarlamak ince bir ayar mekanizmasıdır. Her saatte bulunmaz.”

Zaman ve insan üzerine metaforlara, romanlara, şiirlere alışkınım. “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” ve de “Gün Olur Asra Bedel”e. Aklım hep “parçalanmaz akışında”ydı zamanın, onun da parçalanabileceğini öğrenene dek.

Parçalanmış zamanın kırıkları arasında yaşıyoruz. ‘Zamana karşı’ çalışıyoruz, ‘nakde dönüşmeyen’ vakte değer biçmiyoruz; içimizdeki zamanı parçalıyoruz ve hızın dişlileri arasında yavaş yavaş eziliyoruz.

Belki de bundan sebeptir Ayşegül Genç “kusursuz yenilgiler ilmihali” diye not düşmüş öykü kitabı Kuğu Boynu’na. Kendisini dergilerdeki yazılarından tanıdığım yazarın öykü kitabına denk geldiğimde içinde bulacağım tek şeyin birbirinden bağımsız, muhtemelen hepimizin çokça alışkın olduğu konularda yazılmış kısa öyküler olacağını düşünmüştüm. Ne var ki tüm bunların yerine bulduğumu hiç beklemiyordum.

Üç ana bölümü var öykümüzün: Başlangıç, Dönüş, Başlangıç. Akrebin mi tam turu yoksa yelkovanın mı? Sanırım her ikisi de ikinci derece öneme sahipti. Asıl hikaye mekanizmadaydı, saatin atan kalbinde; insanın en derin hislerinde, yaşamın kaotik düzeninde ve Kuğu Boynu’nda.

Murat Usta kuğu boynuydu. Toprağın altına her gün gönüllüce giren, simsiyah bir ocaktan alnının teri ve akıyla ailesini geçindiren, bir yönü kitaplara diğeri maden ocağına bakan bir maden işçisiydi.

“Evet, kızım Mualla bir mezarı eve çevirebilir. Böyle söyledim. Göçün altındaydım. Kurtarılmayı bekliyordum.”

Murat Usta “zemberek”e de, “sarkaç” a da ihtiyaçları olan gücü vermiş, saati ince bir şekilde ayarlamış ve öyküsü biterken daha başka, hüzünlü bir hikayeye can vermiştir.

Mualla sarkaçtı. “Sarkaç; git gel yaparak, zemberekle birlikte saatin çalışmasını sağlar.” Maden işçisi olan babasının en saygı duyduğu meslek olan maden mühendisliği okuyordur Mualla. Çünkü mühendisin varlığı işçilere güven verirmiş madende, bunu öğrendim. Ta ki başörtüsünden dolayı cezalandırılarak okuldan uzaklaştırılana dek. Bir maden göçüğü ve ders kitaplarına verilen onca emekle geçip de bu şekilde sonlandırılmış bir eğitim hayatı yüzünden hırçın ve sinirli bir hale bürünmüş mizacıyla yine de “bir mezarı eve çevirebilecek” kabiliyette olan Mualla, zemberekle karşılaşır.

Atilla ise zemberektir. “Mekanik saatte dişlileri çeviren asıl kuvvet zemberekten elde edilir.” Murat Usta’nın can verdiği madenin mühendisi olan Atilla’yı idealist fikirleri ve tüm insani pişmanlıkları, zayıflıklarıyla görüyoruz. Üniversiteye yeni başlamış ve kendini arayan bir genç, bir gruba, bir ideale ait olma arzusu hiçbirimize yabancı gelmez. İşte Atilla da madendeki işçileri sömürülmeye, haksız kazanca karşı bilgilendiren ateşli konuşmalarının beklediği yankıyı bulamamasından muzdaripken Murat Usta’yla yakın bir ilişki kurar. O kadar yakın ki, göçük altında kalan ve kızını ona emanet eden ustaya yardım çağırmak için gidip de elinden bir şey gelmediğinde, Atilla tüm insani korkusuyla madenden çıkar. Ve o andan sonra Zemberek ve Sarkaç’ın hikayesi başlar.

Kitabın son sayfasını okuyup da bitirdiğimde yaşamlarımızı bir saate benzetmeden edemedim. Hepimizin kendimize ait bir dişli mekanizması var, dişlilerin kendine bağlı olduğu da bir zemberek. Her anımız o zembereği bulmaya çalışmakla geçiyor; kimimiz bir insanı, kimimiz bir başarıyı, bir diğerimiz sımsıcak bir an’ı arıyor. Yeter ki çarklar dönsün, sarkaç durmasın ve parçalanmış zamanın içinde yaralanmayalım.

Kuğu Boynu’na gelince, acaba insanlarda da saatlerdeki gibi midir? Sadece bazılarında mı bulunur, emin değilim.

Leave a Reply