Hayatta daha önce kaç kere çıkmaza düştünüz? Bu çıkmazlarınızın kaçı kalbiniz ve aklınız arasındaydı? Ya da kaçı tutkularınız ve geleceğiniz hakkındaydı? Bu durumlarda ne yapmalıyız? Bu sorular çok öznel ve aynı zamanda da çok fazla değişken içeren sorular. Özellikle de bu durumlarda ne yapmamız gerektiği sorusunun belki de hiçbir kesin cevabı yok. La La Land (Aşıklar Şehri) filmi biz izleyicilere iki aşığın gelecekleri ve potansiyalleri ile aşkları arasında karar vermek zorunda kaldıkları bir senaryoyu ayrıca da görsel ve işitsel şöleni sunuyor. Bu film ile birlikte olası bir senaryoyu görme şansı elde eden izleyicilerden biri olarak sizlerle deneyimimi ve yorumlarımı paylaşmak istiyorum.
Öncelikli olarak bahsedilmesi gereken konulardan ilki filmin konusu ve işlenişi. Film çok yetenekli bir aktris olan Mia ve caz müzik ile hayatını devam ettirmek isteyen yetenekli müzsiyen Sebatian’ı ana karakterler olarak ele almakta. Bu ikilinin tesadüfler ışığında tanıştıktan sonra birbirlerine aşık olduğunu görüyoruz. Ancak önemli bir detay şu ki iki karakter de daha öncesinde kariyerlerinde hedeflerdikleri noktalara ulaşamamış ama büyük hayalleri olan sanatçılar. Tam hayat onlara aşklarını sunmuşken Sebastian kariyerinde farklı bir adım atarak şöhrete kavuştuğunda Mia’nın ise çabalamaya devam ettiği görülüyor. Bu zıt ilerleyişin ilişkilerine zarar verdiği noktada Mia da ülke dışında önemli bir proje teklifi alır ve ikili birbirlerini sonsuza dek seveceklerine söz vererek kariyerlerine devam etmek üzere yollarını ayırırlar. 5 yıl sonra ise Sebastian’ın hep açmak istediği mekanında denk gelirler, Mia evlenmiştir.
Detaylı olarak baktığımızda film, tutkularının peşinden koşmak isteyen ama birbirlerini çok seven iki insanın nasıl zorluklardan geçtiğini gözler önüne sermekte. Çeşitli sahnelerle ilişkiye koyulması gereken emeği, bu emeğin nasıl zor ortaya koyulabilceğini ve koyulmadığında neler olabileceğini seyircilere gösterdiği de söylenebilir. Ayrıca film renk teorisinden de çok etkileyici bir şekilde yararlanılarak yapılmış. Filmde Mia’nın kıyafetlerinin ilişkisi ve kariyerindeki değişikliklerle beraber daha soluk ve canlı tonlar arasındaki değişimi konuyu ve yaratılmak istenen atmosferi çok başarılı bir şekilde desteklemekte. Özellikle son sahnede birbirlerine denk gelip sadece bakışabildiklerinde kullanılan koyu renkler duyguları fazlasıyla pekiştirmekte.
Filmin es geçilemeyecek bir diğer önemli noktası da müziği. Film bir noktada bir müzikal ve Justin Hurwitz’in gerçekten ince işçiliği ve müzikal dehası çok açık bir şekilde ortada. Seçilen müzikler filmde çok çeiştli zamanlarda kullanılarak filme bir bütünlük sağlamış. Buna ek olarak müziklerle beraber film çok daha zengin kılınmış ve hitap ettiği kitle de fazlasıyla genişletilmiş. Müziklerle beraber duyguların da çok daha etkileyici bir şekilde izleyicilere geçirildiği gerçeğini de unutmamak gerek.
Özetle La La Land hakkında çok daha fazla bahsedilebilecek bir film çünkü çok farklı yönlerden ele alınabilir ve de incelenebilir. Ben amatör bir izleyici olarak kendi deneyimimi siz okurlarla buluşturmak, izlememiş ve izlemiş olan okurlara da fikir sağlamak istedim. Herkese sanat ve sağlık dolu günler dilerim.