Türkiye’de Kutuplaşma: Nasıl ve Nereye?

Türkiye’deki her seçim gibi nihayetinde tartışmalarla, iddialarla dolu bir seçimi geride bıraktık. Bu seçimlerden kısa süre önce Türkiye gündemi ciddi manada sarsıcı olayların yaşandığı, kartların baştan dağıtılıp yeni bir oyuna başlandığı bir ülke oldu. Hiç kuşkusuz bunda, cemaatin hükümetle yaşadığı çatışma ana etkendi. Ancak gerek ortalıkta dönen tapelerden, gerekse siyasilerin kullandığı jargondan dolayı, toplum olarak Türkiye sadece AK Parti & Cemaat çatışmasından da öte AK Parti seçmeni ve sempatizanını ihtiva eden grupla AK Parti karşıtı bir koalisyonun mücadelesine sahne oldu. Bu da son zamanlarda siyasi tartışmalarda 3 cümleden birinde yer alacak şekilde dillere pelesenk olan bir kelimeyi artık bizlere armağan etti: Kutuplaşma ya da afili olan ismiyle Polarizasyon.

Türkiye’de konuşulan siyaset artık nispeten de olsa kavramlar üzerinden dönmeye başladı ve ben bunu şahsen olumlu buluyorum. Siyaset konuşurken hem üslup hem de gerçeğe farklı bakış açılarından da bakabilme gibi birçok noktada eksikler halen mevcut olsa da kavramları kullanarak, tarihi perspektifte insanlar göreceli de olsa Türkiye’de artık daha düzgün şekilde siyaset konuşabiliyor. Bu Kutuplaşma kavramı da, artık güncel siyasetimizin içine yerleşti. Kavramı kullanmakla beraber ne gibi bir kutuplaşma yaşandığını, herkesin paradoksal şekilde “kutuplaşmakta” ortak bir kanaate vararak Türkiye adına karamsar bir tablo çizdiğini de aslında anlatmak gerek. Görelim:

1- Tarihi Açıdan: Türkiye’nin Cumhuriyet sonrası tarihinde kanlı mücadelelere dahi tanık olmuş bir “kutuplaşma” olayı toplumsal açıdan her daim mevcuttu. Erken Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet düzeni üzerinden, Kürt meselesi üzerinden, 70lerde sağ-sol ayrımından, 28 Şubat döneminde “irtica” üzerinden her daim bir kutuplaşma, toplum içerisinde yaşandı. Ölenlerle ve meslekî hayatı sona erenlerle bu toplum siyasi kutuplaşma kurban vermeyi hiç eksik etmedi.  Şimdi de az önce sözünü ettiğim AK Parti seçmeniyle AK Parti karşıtı bir grubun mücadelesini tarihe not düşmek mümkün. Toplum, birikimleri açısından kutuplaşmada konusunda ‘fil hafızasını’ kullanıyor.

2- Bölgesel Açıdan: Bölgesel çekişmeler de özellikle yerel seçimlerde kendini belli etti. Kimi illerde AK Parti karşıtı kitlenin “Tatava yapma bas geç” gibi sloganlar dillendirdiğini, AK Parti seçmeninin de gerek İstanbul’da gerek öteki şehirlerde AK Parti’nin mitinglerine büyük oranda katılımını artırdığını gördük.

Ankara'daki bu son yerel seçim belki de tarih boyunca en heyecan dolu olanıydı.

Ankara’daki bu son yerel seçim belki de tarih boyunca en heyecan dolu olanıydı.

Hatta çoğu il ve ilçede –şaibe mevzusu bir kenara bırakılırsa- geçen yerel seçimlere nazaran kazanan partilerin el değiştirdiğine veya seçimlerin müthiş çekişmelere sahne olduğuna da şahit olduk (Ankara, Kastamonu, Yalova, Antalya gibi yerler). Bu da aslında, toplumdaki “kutuplaşmanın” ne denli görünür olduğunu belirtisi.

3- Partiler açısından: Aslında meclis içerisinde Türk siyaseti daim olarak bir “anlaşamama” sorununa haizdi ancak Merve Kavakçı olayının yüksek raddedeki gerginliğine rağmen alkışlarla, masaya vurmakla protesto eden milletvekillerin yerini, en ufak bir sorunda küfürleşen, yumruklaşan ve saçma sapan demeçler veren milletvekillilerin aldığını gördük. Partiler yeri geldi mi bu arıza çıkartan milletvekillilerine çeşitli yaptırımlar uygulamış olsa da, çoğu zaman milletvekillilerinin arkasında durarak “taraf” olduklarını belli ettiler. Bu da kutuplaşmanın hanesine bir sayı daha kazandırdı.

Son zamanlarda bu tarz manzaralar TBMM'de iyice arttı.

Son zamanlarda bu tarz manzaralar TBMM’de iyice arttı.

4-Medya Açısından: Sanırım en belirgin şekilde kutuplaşmaya savaş alanı olan kısımlardan biri de burasıydı. İktidara yakın olan medyayla muhalif sese ait medyayı Gezi olaylarından beri 17 Aralık sürecinde şiddeti artmakla beraber artık daha yüksek desibelde duyabiliyoruz.  Zaman gazetesi içerisinde bile çekişmeleri (Etyen Mahçupyan – Mümtaz Er Türköne) gördük. Ahmet Taşgetiren, Nazlı Ilıcak gibi duayenler görev aldıkları gazetelerini değiştirdiler “Eleştirileri erteleyelim ve Tayyip Erdoğan’ın yanında duralım” diyen Alev Alatlı’dan tutun, “ben demiştim aslında ama siz inanmamıştınız” minvalindeki muhalif birçok yazıya ulaşıp ne denli “kutuplaşmış” bir medyaya artık toplumun maruz kaldığını görebilmek mümkün.

5- Sosyal Medya açısından: Burayı medyadan ayrı başlık altında değerlendirmek gerek çünkü toplumun siyasetle ilgisi olsun olmasın sesini daha rahat duyurabildiği bir alan olarak sosyal medya kaçınılmaz bir gerçek artık. Son birkaç aydır tapeler, belgeler havada uçuştu; küfürler, hakaretler, iftiralar hiçbir zaman “duvarımızı” terk etmedi. Sosyal medyanın o şeffaf ama kızılcıktan daha sert sopası her daim birilerinin kafasına gözüne vurdu. Kimileri dezenformasyon tehlikesinin altını çizmeye çalıştı kimileriyse Twitter’da fenomen olan yeni simaların peşinden koşturdu. Kutuplaşma, insanların birbirleriyle daha rahat iletişim kurup kaynaşmaları için ortaya konan bu icadın kaçınılmaz ve ironik bir sonucu oldu.

6- Din açısından: Bu madde aslında en gizli fakat en can alıcı şekilde kutuplaşmanın belirginleştiği alan olarak ortaya konulabilir. AK Parti’nin “İslami” genler barındıran siyasetinin, Başbakan’ın Fethullah Gülen’e sahte peygamber yakıştırmasının karşısına yolsuzluk yapanların, zalim olanların adil yönetici sıfatını taşımadığı, Egemen Bağış’ın Kur’an ayetlerini alaya almasını dile getiren bir muhalif argümanlar silsilesi ortaya çıktı. Türkiye’de fıkıh konusunda en bilgili isimlerden olan Hayrettin Karaman’a rüşvet fetvası iddiasıyla kafa tutmak isteyen, Filistin meselesini ‘siyasi’ bulan cemaat mensuplarının ya da destekçilerinin de bu hengâmede yer aldığını gördük. Kimi zaman olaylar insanları tekfir etmeye kadar uç bir noktaya dahi gitti. Sonuç olarak da bu kutuplaşmadan bana kalırsa en çok, insanların dini hassasiyetleri zarar gördü.

Kaçımız 17 Aralık öncesi bu arkadaşı tanıyorduk?

Kaçımız 17 Aralık öncesi bu arkadaşı tanıyorduk?

Peki, bu kadar saydığım maddeden sonra kutuplaşmanın içimize sinmiş olduğunu kabul etmekle beraber, bundan sonrası için Türkiye adına karanlık bir gelecek beklemek mi gerek? Bu soruya sanırım şöyle bir cevap vermek mümkün:

-Kutuplaşmanın sadece “fikir ayrılığı” demek olmadığını kavrayıp, karşı tarafa hayat hakkı tanımayacak ölçüde dahi sert önlemler aldıracağını bilirsek,

-Kutuplaşmanın yerine tartışmaları mantıksal bir zeminde, ‘yüz yüze konuşarak’ halletmeye çalışırsak,

-Kutuplaşıp kendi doğrularını dayatmak veya karşı tarafın doğrularını tamamen tarumar etmek yerine bir consensus (mutabakat) sağlamak için çabalarsak,

-Kutuplaşıp insanların dini hassasiyetlerini çiğnemek yerine, hassasiyetleri koruyarak “siyaset” konuşursak,

bence böyle bir şeyi beklemek saçma olur. Aksi durumda ise, neler olacağını tahayyül etmek dahi oldukça güç. 

Leave a Reply