Zulümlerin en büyüğü savaş, iki yılı aşkın süredir Suriye’ye büyük acılar çektiriyor. Dünyanın en güzel, en eski yerleşim yerleri, küresel güçlerin birbirlerine meydan okudukları, gözdağı verdikleri metruk ve harap birer vahşet arenasına dönüşüyor. Bitmeyen savaş ile yıkılan bir ülke Suriye. İnsanların birbirlerini öldürmek için din, mezhep, ideoloji gibi birçok itici sebebe sahip oldukları, iki tarafın da aynı nida ile kurşun sıktığı, ölüm vaadinin hemen her canda hissedildiği mahvolmaya yüz tutmuş bir ülke.
Bu biçare vatan, 3 yıldır huzurdan yoksun, 3 yıldır inanılmaz vahşetlere tanık oluyor. Evler, okullar, hastaneler, camiler, pazar yerleri bombalanıyor, masum insanlar soğukkanlılıkla öldürülüyor, işkencelerin, tecavüzlerin önü alınamıyor, Cumhurbaşkanı’ndan, sokaktaki halkına kadar kimse can güvenliğine sahip olamıyor. Levant’ın kutsal medeniyeti, uçakların bombaladığı, acımasız katliamların yapıldığı, insanların canlarını, mallarını, sevdiklerini bir bir yitirdikleri karanlık bir yer haline geliyor. Zulüm, en dehşetli haliyle Dera’nın, Halep’in, Hama’nın, Humus’un, İdlib’in sokaklarında mücessem oluyor. İzzet yurdu her gün insanların öldürüldüğü, kazananı olmayan, olamayan bir savaşın pençesinde cehennem yurduna dönüşüyor.
Suriye, bombalardan, çatışmalardan, ölümlerden, vahşetten ötürü nefes alamıyor. O büyük medeniyet, silahların namlusuyla yok olmaya itiliyor.
Arap Baharı’nın etkisiyle, Tahrir’den esen özgürlük rüzgârı Dera vadilerinde de hissedildi ve Mart 2011’de Mısır’daki şanlı devrimin kendi ülkelerinde de vuku bulması için toplanan binlerce insan isyan bayrağını açtı, gösteriler başladı. Cumhurbaşkanı Esad’ın ve halka devamlı siyasi bir tutsaklık hali öngören, demokrasi açısından hiçbir haklılığı bulunmayan Baas Rejimi’nin gitmesi için muhalifler yüksek sesle bağırmaya başladılar.
Bu hem Esad için hem de muhalifler için çok kritik bir sınavdı. Esad’ın Dera’daki çığlıklara cevap verip vermeyeceği, muhaliflerin başlattıkları ‘haklı’ özgürlük ayaklanmasının anlayışla karşılanıp diyaloga, reformlara gidilip gidilmeyeceği, Mübarek’ten, Kaddafi’den bir ders çıkarılıp çıkarılmayacağı çok merak ediliyordu. Muhalifler için de, isteklerinin sadece bir ‘Suriye’ye Özgürlük, Demokrasi Hareketi’ mi yoksa, işe küresel güçlerin de dahil olacağı entrikaların, ölümlerin kol gezdiği samimiyetsiz bir emperyalizm hizmeti mi olduğu konusunda da derin soru işaretleri vardı. Silahların konuşup konuşmayacağı sorusu en çok akıllara takılan soruydu. Tunus’taki, Mısır’daki gibi kansız sayılabilecek bir devrim, Suriye için müjdelenebilir miydi?
Hiç de öyle olmadı.
Suriye Ordusu, Dera’daki gösterilere ateşle karşılık verdi. Muhalif düşünceye karşı anlayıştan, hoşgörüden nasibini almayan Baas zihniyeti, eski katliamlarının sinyalini verircesine, vatandaşlarının yaşadığı sokaklara tankları sürdü. Dera’da, Halep’te yüzlerce insan çatışmalarda öldürüldü. Binlerce insan tutuklandı. Suriye, kanlı bir iç savaşa sürüklendi.
Savaş, Esad Güçleri’nin protestolara karşı takındığı izansız tutumla başladı. Silaha gül ile karşılık veremeyecek kadar zor durumda olan Muhalifler doğal olarak silahlandılar. Suriye Ordusu’ndan ayrılan askerlerden, ülke içindeki büyük aşiretlerin, boyların erkeklerinden ve Irak’tan, Ürdün’den, Türkiye’den getirilen askerlerden müteşekkil genel bir ordu oluştu. Nusret Cephesi, Tevhid Grubu, Özgür Şam Hareketi gibi direnişçi grupların yanısıra, Özgür Suriye Ordusu gibi kamuoyunca da tanınan bütün bu gruplar, Esad Güçleri’ne karşı Suriye sathında mücadele etmeye devam ediyor.
Fakat mücadele oldukça kanlı ve acımasız sürüyor.
Suriye’de savaş hukuku adına hiçbir şey tanınmadan inanılmaz katliamlar yapılıyor. Kurşun sadece düşman askerine sıkılmıyor, çocuklar da yaşlılar da kadınlar da ölümden payını alıyor, masum insanlar katlediliyor. Ne Sünni kimliğe sahip muhalifler, ne de Şii, Nusayri yönetim, 2:190’daki “aşırıya gitmeme” ilkesini, “saldırgan olmama” ilkesini kale alıyor. 47:4’teki esir muamelesi göz ardı ediliyor. Esirlere karşı merhamet gösterilmiyor, ağır işkenceler, infazlar kameralara kaydedilerek dünyaya sunuluyor. Suriye’deki utanç savaşı, gün geçtikçe çözülemez bir hale bürünüyor.
Suriye’deki olaylarla ilgili doğru bilginin alınması konusunda çok büyük zorluklar yaşanıyor. Başlarken dediğim gibi, daha fazla özgürlük, daha fazla hak isteyenler ile, bunlara karşı yeterince duyarlı olmayan iktidarın mücadelesi olmaktan çıkıyor bu durum. Global güçlerin, Batı kolonu diyebileceğimiz, Amerika, İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin desteklediği Muhalifler ile, Doğu kolonunu oluşturan Rusya, Çin ve İran’ın arka çıktığı Esad Güçleri arasında bir güç yarıştırma, bir gözdağı verme şovuna dönüşüyor. İki grup da kendi kitlesini inandırabilmek, ikna edebilmek için medya yoluyla inanılmaz yalanlara başvuruyor.
Suriye savaşın eşiğinde sonucu çok ağır koşullara sürükleniyor. Temeli mezhepsel bir gerilimle ateşlenen, büyük senaryoların yazıldığı, insanların kanlarıyla sulanan ölüm dolu dehşetli bir Suriye çıkıyor ortaya. Bu güzel topraklara demokrasinin, özgürlüğün uğraması için, bütün ülkelerin samimiyetle desteklediği bir uzlaşı süreci gerekiyor. Ayaklanmanın Tahrir’deki, Tunus’taki gibi tertemiz bir özgürlük ayaklanması olması gerekiyor. Yıllar boyunca baskıyla konuşan Baas’ın ve destekçilerinin susması, muhaliflerin konuşması gerekiyor. Esad’ın halkı dinlemesi, demokrasi adına, Anayasa’nın 8. maddesinin kaldırılması, çok partili sisteme geçilmesi, adil seçimleri yapılması gibi somut adımlar atması gerekiyor. Halkının isteği o yöndeyse de, hiç durmadan gitmesi gerekiyor.
Savaşın bu kadim diyarlardan gitmesi için umudumuz her zaman var. Bu iki inanan mücadelesinin son bulması için 49:9’daki kelâmı da dikkate alarak, mantıkla, anlayışla hareket etmemiz iktiza ediyor. İnşallah Suriye’yi muhteşem tarihi şehirleriyle, Palmira ile, Krak des Chevaliers ile, Mezopotamya’nın eşsiz güzellikleriyle, uçsuz bucaksız çölleriyle, muhteşem yemekleriyle hatırlayacağız. Çocukların öldüğü, evlerin, sokakların bombalandığı, acımasız işkencelerin yapıldığı ölüm kokan bir yer olarak değil.