Mahkûmlar ile köleler arasında derin uçurumlar yoktur; kapatılmışlıkları, dışlanmışlıkları, alıkonulmuşlukları, kuşatılmışlıkları, toplumun gerçekliğine dahil edilmeyip en uçtaki ötekiler olarak kimliklerini edinmek zorunda bırakılmışlıkları ile ortak bir yazgının zavallılarıdırlar. Gerçekten de tam bir zavallılığın timsali olarak vardırlar; gittikçe küçülen ve manasını yitiren karanlık bir hayatın enkazında ışığın izini giderek yitecek bir bilincin kalıntılarıyla ararlar. Bütün sahip oldukları kapatılarak ıslah edilmeye çalışılan aciz bedenleridir; ruhları bedenlerine hapsedilmiştir ve sınırları bedenlerinin, duvarlarının ve efendilerinin gölgelerinden öteye gidemeyen bir halkadan ibarettir. Dışsal sınır, halbuki, bedenin ardında, bedeni aşkın, bedene hükmeden onu şekillendirebilen ve nihayetinde onu terbiye etmeyi arzulayan dışsal sınır, duvarların donukluğunda, efendinin sahte haşmetinde konumlanıp korkunçlaşmış sarsıcı dışsal sınır, bir gerçeklik olarak mahkûmun da kölenin de başını nereye çevirse karşılaşacağı, küçük dünyasını hiçbir boşluk bırakmadan hırsla kuşatmış olan yüce bir otorite, sınır tanımayan bir iktidar olarak vardır. Bu dışsallık zamanın ve toplumun ruhunda, söylemin kudretinde can bulur. Mahkûm ve köle toplumun zihnindeki en düşünülmek istenmeyen yeri sessizce doldururlar, paylaştıkları ortaklıklar yalnızca üzerilerine örülmüş sınırların acımasızlığında bahis mevzuu değildir; onlar kolektif duyarsızlığın elleri kolları bağlı nesneleri olarak da aynı paydada buluşurlar. Sahih bir özgürlüğün büyüleyici deneyimine hasret bir halde itilmiş ötekiler olarak çaresizdirler.
Mahkûmlar ile kölelerin bu yakınlıkları kulak tırmalayıcı geliyor olabilir, çünkü bir onaylanmışlığa sahip olarak kölelik kurumunun zamanımızın ruhunca çok gerilerde bırakıldığı ortadadır ve haliyle mahkûmlar gibi toplumca asla terk edilmeyecek veya toplumu terk etmeyecek gerçek sosyal aktörler ile kölelerin kıyaslanması var olanın garipseneceği bir mahiyeti haiz görünmektedir. Dolayısıyla burada kölenin çağdaşlığı üzerine bir şerh düşmek gerekebilir; en başta sayılan kapatılmış, alıkonulmuş, dışlanmış ve kuşatılmış vasıflarına artık borçlanmışlığı da eklenmiştir kölenin, daha nitelikli bir durumdadır artık; düşünceleri ve davranışları en tahmin edilebilir forma sokulmuştur. Kaldıramayacağı kadar uyaranla çepeçevre sarılmış halde, allak bullak olmuş bir algı dünyası ile dünyanın neliğine dair sığ sorgulamalara, ancak, layık görülmüştür; derdi artık yalnızca kariyeridir, ki bu onun borçlanmışlığının, borçlanacak olmaya dair karşı koyamadığı ilkeselliğinin bir gereğidir. Kariyerini, borçlanmak, köleliğini belirginleştirip bu belirginliğe isyan etmek, aşağılığına baş kaldırmak için kutsallaştırmıştır. Biz, köleliğe hiçbir şekilde uzak durmuyoruz. Bedenlerimizdeki söz hakkının bir noktaya kadar elimizde olduğunun düşündürülmesi bizi özgür kılmıyor, aksine, köleleşiyor olduğumuz için bu düşündürülmeye zorunlu tutuluyoruz. Efendilerimizin haşmetine onların görünmezliklerinden ya da mekanikleşmişliklerinden ötürü doğrudan tanık olamıyor, onların bedensel bir bütün olarak değil de bir organizmanın nerede ne zaman belireceği kestirilemeyen parçaları halinde tezahür edişlerine şahit oluyorsak bu bizim asil bir özgürlüğü avuçlarımız içinde bulundurmadığımızı söylemek için çok sebebimizin olduğunu gösteriyor. Edilginliğin sınırlarında, dışsal gerçeklere hapsedilmiş, yönelimin yöneltime dönüştüğü, küçük ve borçlarla dolu bir dünyanın, köleliğin tınısına yakınlığı hiç de hayret verici durmuyor.
Mahkûmiyet, öte yandan, en az köleliğin çağdaşlığı kadar yakınımızda, bizden, bize yabancı olamayacak bir nokta kadar uzaklıkta açık bir gerçekliğin temsilidir; duvarların, ya da suçların altında bir şartlanmışlıkla yalnızca var değildir mahkûm; bütün özgürlüğüyle, özgürleştirilmişliğiyle sınırların ötesinden haberdar olamayacak kadar kapatılmış, kısıtlanmış ve kontrol altına alınmış durumuyla da sarih bir hükümlüdür. Özgürlüğünü idare edenlerin belirlediği küçük ve özgürlük adına sınırlanmış bir dünyanın mahkûmu, duvarların ortasında en ağır yalnızlığa ve en yoğun mahrumiyete itilmiş kafesin mahkûmundan daha az alıkonulmuş değildir. Bu durum mahkûmu köleye daha da çok yakınlaştırır; mahkûmun dünyasındaki belirlenmişlik, köleninkinden hiç de farksız gözükmemektedir. Üzerilerindeki kontrol mekanizmalarının da ciddi bir denetim ile mutlak otoritenin güvende tutulması ereğine yönelik işlediği apaçıktır. Köle ile mahkûm, aynı paydanın alçaltıcı değerlerini, maruz bırakılma ve hırsla yönetilerek kontrol altında tutulma ile paylaşmak zorunda olan iki alt sınıfı oluştururlar.
Köleye içkin duyarsızlık, bedeninin sınırlarının ötesinde sınırlara talip olma cesaretini göstermeye başlayan rasyonel insanın değerinin artması veya artırılması ve artık ruhun bedene bir şekilde öncelenmesiyle birlikte rahatsız edici bir surete bürünmüştür ve böylelikle köle, insana biçilebilecek en aşağı rolden, yalnızca ve yalnızca bedeni üzerinden tanımlanarak varlığını kazanabilmiş bir düşünen özne olmaktan kurtarılmıştır. Bütün bunların temelde beden üzerinden gerçekleşen süreçler olduğunu belirtmek gerekir; gerçekleşmesi için yüzlerce yıllık bir özgürlük bilinci ilerlemesinin gerektiği ‘köleye yöneltilmiş hassasiyet’, onun bedenini merkeze alarak şekillenmiştir. Köle, bedeni özgür kılınarak ruhu selamete erdirilecek olandır çünkü; ruh, bedendeki hapsedilmişliğinden ancak efendinin mutlak gölgesine baş kaldırarak kurtulacaktır. Ancak bu bir yanılgıdır, tam da Janus’un hatırasında saygıyla eğilen ve paradokslarla çepeçevre sarılmış olan modern özneye yakışan bir kuruntudur; o, köleliği, kölenin öteki damgasından arınmış biçimiyle düşünmeden, onu gerçek bir düşünen rolü ile tanımlamadan, tekrar gölgesi altında köleleştirebileceği tarzda tasvir etmek ister. Kölenin bedeninin göstermelik bir özgürlüğe kavuşturulması onun kapatılmışlık gerçeğiyle çatışmayacak şekilde kurgulanmıştır ve köle böyle bir karmaşıklığın içinde, kimliği üzerindeki farkındalığını tamamen yitirmeye yöneltilmiştir. İstenen, kölenin köle olduğuna dair bilinçten mahrum olarak hayata bakması ve böyle bir hal üzere yaşatılmasıdır. Köle artık doğrudan bedeni hedefe alınan, bedeni ile tanımlanan değil bir bütün olarak yaşamı ile ilgilenilendir.
Köle ne kadar ötekiyse mahkûm da o kadar ötekidir ve ortaklıkları bedenleri üzerindeki muamele hususunda da devam eder. Kölenin kontrol, mahkûmun ıslah edilişi aynı endişenin izlerini taşır; bu iki alt sınıf yaşatılmalı, yaşatılarak iktidarın söyleminin kudretine katkıda bulunmalı, üzerine biçilmiş rolü capcanlılıkla ifa etmelidir. Toplumsal özneler olarak özgürleştirilmiş mahkûmların ıslahı, sahih mahkûmlardan farklı şekilde, öznelliklerinin yığınlarda yitirilmesi, iktidarca nesneleştirilmesi ve ruhsuzlaştırılarak bir biyo-organizmanın, tek vasfi yaşamak olan parçaları haline getirilmesi yoluyla gerçekleşir. Artık, tıpkı kölede olduğu gibi, kapatılmışlık bedeni doğrudan hedef alan bir tarza indirgenmiş değildir; ıslah, artık, yaşatılmayla, yaşamın içsel otoritesini şekillendirmeyle, insani olan her şeyin iktidarın eliyle önceden planlanarak öznelere mutlaka uyulması gereken hakikatler olarak sunulmasıyla gerçekleştirilir.
Burada Michel Foucault’nun kavramsallaştırdığı, artık yaşatmayı öldürmeye önceleyen ve yaşamın nasılına müdahale hakkını kendisine tanımlayan biyoiktidarın izleriyle karşılaşırız. Kölenin bedeni, efendisinin mutlak otoritesinden, iktidarın geçirdiği episteme değişikliği sayesinde azad olmuştur; beden artık boşluk kabul etmeyen bir kontrolün ölüm suretiyle de pek alâ belirebileceği yoğun bir disiplin gölgesinde algılanmaz; o, üretecek, faydalar sağlayıcı bir surette belirli toplumsal görevleri üstlenecek (ki köle veya mahkûm olmak da başlı başına bu görevlerden biridir), çılgınca işleyen bir sermaye mekanizmasının devamlılığı için vazgeçilmez bir unsur haline gelecek kıymeti haiz kılınmıştır. Foucault’dan öğreniyoruz ki, disiplin yoluyla elinde en keskin ve bastırıcı silah olarak ölümü saklayan iktidar, artık düzenleme yoluyla yaşatmayı tercih etmeye başlamıştır; biyolojik olanın politikleşme suretiyle iktidarın gerçekliğinde önemli bir konum edinmesi, devam ettirilmesi için büyük gayret sarf edilecek olan yaşam dünyasının bizatihi bir düzenlenme, müdahale edilme alanı olarak görülmesine neden olmuştur. Bu, yoğun bir düzenleyiciliğe tabi tutulacak öznelerin, bedenlerinin önemi ve gerçekliği bir kenara bırakılırsa, kendi dünyalarında kendilerinin bizzat tesis etme ihtiyacı hissedecekleri bir oto-kontrolün politik zemine yansımış halini betimlemektedir. Köle, köle, mahkûm da mahkûm olmadığını, yaşatılması için verilen üst mücadeleye şahit olarak ve bu iç kontrole hevesle ruh üfleyerek kabullenmeye başlar. Bu alt sınıflar iktidarın tanımladığı, yönettiği ve özlerine aykırılık arz eden sözde bir özgürlük ile sarhoş haldedirler ve elleri kolları bağlı olmadan geçen her dakikayı özgür olarak telakki edip minnet duyarlar. İktidar, hakikati tam da yönetilenleri böyle bir şemaya tabi tutabileceği tarzda şekillendirmiş, varlığını ve tlaklığını söylem üzerinden böyle bir yardımla sağlamlaştırmıştır.