Bu dünyaya hiçbirimiz eşit olarak gelmiyoruz doğanın kanunları gereği. Her birimizin yetenekleri, kusurları, fiziksel özellikleri, ruhsal yapısı da birbirinden farklı. Ama bu dünyada hepimiz insansak eğer, hiçbir ayrım gözetmeden herkese adil davranmaktır esas olan. İnsanlar devletleri de bu nedenle kurmuşlardır. Adalet, barış ve huzur içinde beraberce yaşayabilmek için. Bunun sağlanmadığı devletlerde, toplumlarda ya da oluşumlarda iç çalkantılar hep süregelmiş ve ister “ilahi adalet” olsun ister insanlar tarafından kanla ve şiddetle gelsin hep bir adalet arayışı, hep daha iyi bir düzen ve dünya isteği hep var olmuştur.
Türkiye’de elinizi sallasanız herkes mağdur, elinizi sallasanız herkes adaletsizlikten yakınıyor şu günlerde. İkna odalarının mağduriyeti ayrı, Ergenekon mağduriyeti apayrı. 28 Şubat süreci ve baskılarından mağdur olanların şikâyeti ayrı, Ergenekon davasındaki usul tartışmaları, tutukluluk sürelerinin seneleri aşması ve bunun tutuklu askerlere, gazetecilere, siyasilere getirdiği mağduriyet ayrı. Türkiye’nin senelerdir çektiği kanayan yarası terör mağduriyeti bir yandan, Gezi Parkı olaylarındaki polis mağduriyeti öbür yandan. Polis çalışma koşullarından ve saatlerinden mağdur, işten eve geldiğinde evimi nasıl geçindiririm derdinde; eyleme katılanlar orantısız şiddetten, özgürlüklerinin kısıtlanmasından dert yanmakta. Dert yanmak bir tarafa, olaylar sırasında verilen canlar da ayrı bir trajedi ve mağduriyet yarattı maalesef ki. Kaybedilen canların acısıyla, analar da artık kahırlarından ölmeye başladı; halkın tek istediği ise adaletti çünkü. Adalet dini, dili, ırkı, inandığı değerleri ne olursa olsun insanlara güven vermeli ve düzeni sağlamalıydı. Adalet bunun için vardı.
Bu arada tarihimize damgasını vuran darbeleri de unutmamak lazım. Adalet adına yapılıp en büyük adaletsizliği getiren onlar değil miydi zaten? 13 Aralık 1980’de daha 17 yaşında olan Erdal Eren yaşı büyültülerek “bir sağdan, bir soldan idam politikası” gereğince “soldan” idam edildi. İdam edilen ülkücüleri de unutmamak lazım. İster Diyarbakır Cezaevi olsun, ister Mamak Cezaevi sonuç hep aynıydı. İyi veya kötü, doğru veya yanlış belirli bir davanın peşinde koşan insanlar en sonunda kendi devletlerinden de, adaletlerinden de ya nefret eder hale getirildiler ya da soğudular artık, kaybettiler güvenlerini kendilerine işkence eden sisteme karşı. Bugün, Türkiye hala geçmişin getirdiği adaletsizliklerle uğraşmaktayken, bir de yenilerinin eklenmesiyle daha da adaletsizlikten yakınmaya daha da mağdur olmaya başlıyor.
Hep mağdurlardan söz ettik ya mağdur edenler ne olacak peki? Her etki bir tepkiyi de beraberinde getirir. Işığın olduğu yerde karanlık da vardır, kaybedenin olduğu yerde illaki bir kazananın olduğu gibi. Peki, herkes mağdur olduğunu söylerken, sapla samanı, kazananla kaybedeni, asıl mağdur olanla asıl mağdur edeni nasıl bulacağız? İşte burada adalet sistemi devreye giriyor.
Güçler ayrılığı ilkesine göre çalışan, tamamen bağımsız ve siyasi baskıdan arınmış bir yargı sisteminin çözemeyeceği mağduriyetin olmayacağı inancındayım. Geç gelen adalet, adalet değil elbette. Mustafa Balbay 4 yıl 227 gün sonra serbest kaldı ceza evinden. Cezaevindeki diğer milletvekilleri ve aileleri için de ayrı bir umut doğdu tabii. Hâlbuki seçilmelerinden o kadar zaman geçmişti. Nitekim Mustafa Balbay’ın milletvekili olduğu “yeni anlaşılıp” tutukluluk süresinin bu kadar uzun olması anayasaya aykırı bulundu gerekçeli kararda. Eh ne diyelim adaletini seveyim dünya!