İrredantizm, İtalyanca kurtarılmamış manasında İrredento kökeninden gelen bir terim. 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl boyunca tüm dünya üzerinde farklı örnekleri yaşanan ulus devlet yaratma süreçlerinde, devlet yaratma süreci başarıya ulaştıktan sonra ortaya çıkan milli devletin coğrafi-tarihsel-demografik ya da başka herhangi bir sebeple başka bir bölge üzerinde hak iddia etmesi ve bu bölgede yaşayan toplumlara yakınlık duymasına verilen genel ad. Fransız İhtilali ile Soğuk Savaş yılları arasında dünyanın çeşitli yerlerinde boy gösteren bu düşünceler grubu, eskisi kadar yıkıcı olmasa da yer yer bazı milliyetçi grupların hayal dünyasını süslemeye devam ediyor.
20. yüzyıl Avrupasında bitmeyen savaşların ve dinmeyen acıların başlıca müsebbiplerinden birisi olan bir formül işlemekteydi: İlk olarak;
a) çok uluslu bir imparatorluğun içinden etnik – dini bütünlük taşıyan bir grubun ayrılmasıyla ya da ayrılan grup veya gruplardan geriye etnik – dini homojenlik arzeden bir sosyoloji kalmasıyla
veya
b) benzer etnik ya da dini özellikler taşıyan çok sayıda küçük devletçiğin bir araya gelmesiyle bir ulus-devlet kuruluyor, daha sonra bu ulus devletin ulusunu inşa edebilmesi için bir ulusal mit belirlenerek bu ulusal mit etrafındaki insanların bir üst kimlik olan ulus kimliğini benimsemeleri sağlanıyor ve vatan dışında kalan bir coğrafyaya ve millet dışında kalan bir gruba özlem duyulmaya başlanıyordu.
Devletin ve ulusun sorumluluğu ise, bu coğrafyayı-topluluğu yani irredanto’yu kurtarılmış bütüne dahil etmek, onları da kurtarmak oluyordu. Ulus devlet kavramının beraberinde getirdiği yıkıcı savaşlar, bir büyük ideal peşinde koşan bu devletin varlığının devamında da eksik olmuyordu. İç içe geçmiş çeşitli unsurların farklı anavatanlarla birleşmeleri, doğası gereği yıkım ve kan getiriyordu.
Bu formül etrafında çeşitlenen örnekler, Avrupa’nın bütün bir 19. yüzyılına ve dünyanın çeşitli yerlerinde 20. yüzyıla damga vurdu. İtalyanlar için irredanto, İtalyan nüfusun yaşadığı ancak Avusturya – Macaristan hakimiyetindeki Dalmaçya, Trento, Trieste gibi bölgeler olurken; Yunanlar için Yunanca konuşan Ortodoks nüfusun yaşadığı Batı Anadolu kıyıları, Bulgarlar için Makedonya’nın bir bölümü, Türkler için Türkçenin çeşitli lehçelerinin konuşulduğu Orta Asya; Megali, Birleşik, Pan hayallerin nesnesi haline geliyordu.
20. yüzyıl tarihi ise bu projelerin getirdiği kanlı sonuçlarla dolu. Yunanistan’ın Megali İdeası peşinden koştuğu Küçük Asya seferi, Türklerin Enver Paşa’nın önderliğinde Turan hayaline gittiği Sarıkamış faciası, Sırbistan’ın milliyetçilerinin büyük Sırbistan hayalinin peşinde Habsburg İmparatorluğu-Sırbistan savaşına ve dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’na yol açması, Almanların Führer’in peşinde Çekoslavakya-Avusturya ve Polonya’da yaşayan Almanca konuşan toplulukları kurtarmaya çalışması ile girilen İkinci Dünya Savaşı, vaadedilen topraklarda Filistinlilerin kanları üzerinde İsrail’in kurulması, Saddam’ın Arap birliği hayaliyle Körfez Savaşına yol açması ve daha ufak boyutlarda niceleri.
Günümüzde ise bu düşüncenin, Pkk-Kck kadrolarının zihinlerinde yer ettiğini gösteren emareler mevcut. Suriye’de ortaya çıkan belirsizlik ve otoritesizliğin kendisine fırsat çıkardığını düşünen Pkk kadroları, sorunun Türkiye’ye entegrasyon ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle eşit vatandaşlık temelinde çözülmesi olarak özetlenebilecek Çözüm Süreci’ni artık benimsedikleri bir fırsat değil, kurtulunması gereken bir ayak bağı olarak görmeye başladılar. 2 yıllık çatışmasızlık döneminde tabanı barışa ve çözüme hazırlamak yerine Rojova’daki devrime hazırladılar. Bölgede devletin süreci sürdürme amaçlı tahammülünü kullanarak yol kesen, vergi toplayan, kimlik kontrolü yapan ve hatta mahkemeler kurup bu mahkemelerde yargılamalar yaparak bir devletin fonksiyonlarını yerine getirmeye çalışan örgüt, 7 Haziran’da Hdp’nin gösterdiği büyük başarının ardından çatışmalara yeniden başlayarak Hdp’nin Türkiyelileşme perspektifini boşa çıkardı.
2 yıllık çatışmasızlık dönemine son verilmesinin ardından yalnızca siyasi vizyonlarını Erdoğan düşmanlığına endekslemiş kitleleri ikna edebilen savunmalar yapan Kürt siyasi hareketinin geleceğini belirleyecek çok önemli bir soru var. Öcalanla ilk temasları kuran devlet yetkililerinin şu cümleyi sarf ettikleri belirtiliyor: “Bağımsız devlet perspektifi dışında, Kürt sorununda halledilmeyecek mesele yoktur.” Bugün, Pkk bir bağımsız devlet perspektifini hala benimsiyor mu? Türkiye sınırlarını da aşan, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ı ve hatta Güneybatı İran’ı içeren, ve dolayısıyla Türkiye tarafından karşılanması mümkün olmayan bir Megali İdea’ya, bir Pan-Kürdistan projesine, bir Kürt Turanı fikrine, bir Kürt irredantizmine sahipler mi?
Bu soruya verilecek samimi cevap evet ise, İmralı’nın Orta Doğu’da ortaya çıkacak yeni bir ulus devletin, geç kalmış bir milliyetçi irredantizmin, kendinden evvelkilerden farklı olmayacağı ve kan ve acıdan başka bir şey getirmeyeceğine Kandil’i ikna etmesi gerekiyor. Yok, Kürt siyasi hareketi böyle bir perspektif barındırmıyorsa, hele de 80 milletvekiliyle Mecliste temsil edilirken ve her tür legal yol açıkken silahın hala bir araç olmasının manası yok.