Bu sefer Barış Eker ve Ceren Demiröz ile yaptığımız sohbetin devamı geliyor; bir Kübalı ailenin nasıl yaşadığını ve Kübalı gençleri konuştuk. Bir sonraki yazımda kadının Küba’daki yerini, Küba ekonomisini ve insan hakları konusundaki gelişmişliğini paylaşacağız. İyi okumalar.
-Bir Kübalı ailenin nasıl yaşadığını anlatabilir misiniz?
Barış: Öncelikle devrimi savunma komitelerinden bahsederek başlayalım öyleyse. Bu komiteler mahalle mahalle örgütleniyor ve aslında temel görevi politik ya da ideolojik değil; tamamen sosyal. Yani bu komiteler o mahallenin bütün problemlerini çözmek odaklı halkını organize eden bir kuruluş. O yüzden de mesela alt yapıdan tutun, kanalizasyon, su, elektrik, doğal gaz gibi aklına gelebilecek her anlamdaki sıkıntı bu komitelerde, tüm mahallenin katılımıyla gerçekleşen toplantılarda çözülmeye çalışılıyor ve bu toplantılar işe yarar toplantılar oluyor. Benim anlayabildiğim kadarıyla iki tip toplantı var: birincisi, aşağıdan toplantı. Bundan kastım, mahallede herkesin gördüğü bildiği bir sıkıntı var mesela su akmıyor. Bunun üzerine insanlar bunlardan rahatsızlıklarını belirtebilmek için bir toplantı yapıyorlar ve bu toplantıdan çıkan kararlar bir üst kademeye iletiliyor. Yani politik hiyerarşinin en alt kısmında SDR (İngilizce) yani devrimi savunma komiteleri var. Hiyerarşide bir üstte ilçe temsilciler, bir üstte il temsilcileri var ve il temsilcileri aynı zamanda meclisi oluşturuyor ki en yetkili organ meclis. Komünist Parti ise bu politik hiyerarşinin tamamen dışında kalıyor, aslında Komünist Parti böylelikle her istediğini yapamıyor hale geliyor. Yani kısa ve orta vadede insanlar geleceklerine kendileri karar veriyor; ama uzun vadede Komünist Parti ideolojik açıdan karar verici rol oynuyor. Partinin üyeleri ise zaten halk arasından seçilen, belli bir popülariteye kavuşmuş ve halk tarafından sevilen insanlar. Kaldı ki denetim mekanizmaları çok sıkı bu yüzden rüşvet yok ya da yozlaşma çok az. Bence Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının en büyük sebeplerinden biri böyle bir mekanizmaya yoğun ve tabanlı bir halk katılımının sağlanamamış olması. Bu da birçok basiretsizliğin kapısını aralayan bir şey; Küba bunu başarabildiği için küçücük bir ada ülkesi olmasına rağmen sosyalizm orada yıkılmadı. Asıl olarak ben de bunları görmek için gittim, tahayyül edebiliyordum ama gidip görmeden sistemi anlamak mümkün değil.
Ceren: Halk politikayı biliyor ve karar mekanizmasının içerisinde, bu çok önemli. Mesela liberal dünyadan gelen “Tek parti var Küba’da, nerede demokrasi?” gibi eleştirilerin cevabı olarak işte asıl sosyalist demokrasinin işlediği yer burada. Şöyle bir örnek vereyim: ilde bir aday çıkarıyor halk ve daha sonra bu adaydan memnun kalmazsa kendi aralarında tekrar toplanıp başka bir adayı sunabiliyor. Ama liberal demokrasilere baktığımızda, insanlar seçimden seçime oy kullanacakları zaman politikleşiyor.
Barış: Aslında devrimi savunma komitelerinin ilk işlevi düzenli aralıklarla aşağıdan yukarı bilgi ve talepleri taşımak, ikinci işlevi ise yukarıdan aşağıya yani meclisten halka “Bu ülkede ne yapıyoruz_”, “Siyaseten nereye gidiyoruz_” gibi bilgi aktarımını sağlamak. Çünkü bu iki taraflı bilgi aktarımı sağlanmadan, bir ülkeyi halkın çıkarı adına yönetmek bence mümkün değil; bu ancak başka güç gruplarının çıkarına olur. Ayrıca demokrasi anlayışlarımız da çok farklı: mesela Küba Komünist Partisi’nden üst düzey bir yetkiliye sorduğumuz zaman da “sıradan” bir Küba vatandaşına sorduğumuz zaman da demokrasiyi halkın öz çıkarlarının savunulması ve halkın bu çıkarlarını bütün politik faaliyetlerin tanımlanıp hareket ettirilmesi olarak görüyorlar. Yani aslında her yerde olduğu gibi bir hiyerarşi söz konusu fakat bu hiyerarşi dünyanın geri kalanından farklı olarak 10 milyon insanın çıkarına işliyor, halkın gözünde de.
-Bir de gençlerin durumunu merak ediyorum.
Ceren: Çok kritik bir soru (gülüyorlar). Biz kafamızda sosyalist bir ülkeye gidiyorsak mutlaka tüm insanların belli bir disipline sahip olduğunu umarak gittik çünkü belirli bir hayat tarzında yaşıyorlar. İlk olarak Havana’ya gittiğimizde karşılaştığımız gençlik portresi sabaha kadar alkol alıp dans eden ve Amerikan müziği dinleyen bir portre. Fakat bu Havana’nın turistik bir şehir olmasından da kaynaklanıyor. Santa Clara’ya gittiğimizde asıl Küba’yı ve gençliğini gördüğümüzü düşünüyorum. Havana kadar turistik bir yer değil Santa Clara ve kaldığım iki gün boyunca geceleri parklara gittik. Gençler de internet erişimini sağlamak için parklara geliyor geceleri; garip bir çelişki ile karşılaşıyorsunuz orada. Çünkü hem bir şekilde gençler sosyalleşme aracı olarak kullanıyor parkları hem de bir şekilde asosyalleşiyorlar. Aynı zamanda Genç Komünistler Birliği ile de bir söyleşimiz oldu. Arkadaşlarımızdan biri “Biz böyle parklara gidiyoruz ve gençlerle konuşmaya çalışıyoruz ama onlar bizim pek umduğumuz gibi değil; gerçekten Amerikan kültürüne çok açık hale gelmişler. Hem bu nasıl oluyor hem de bunu devrime karşı bir tehdit olarak görüyor musunuz?” diye bir soru sordu. Cevap şu oldu: “Biliyoruz, farkındayız ama siz de biliyorsunuz ki parka gittiğiniz zaman hemen hemen aynı tip insanlarla karşılaşıyorsunuz ama gençliğin geri kalan ve esas büyük olan kısmı örgütlü ve devrime sahip çıkan, devrimin kazanımlarını kaybettikleri zaman başlarına neler gelebileceğini bilerek yaşayan insanlar.” Ki burada benim bir izlenimim daha var; Küba, devrimi ayakta tutabilmek için baskı yerine devrim olmasa ne olurdu sorusunu gözlemlemelerine fırsat tanıyarak gençlerin hiçbir zevkine ya da yaşayış biçimine karışmıyor.
Barış: Bazı gençler karaborsada puro gibi şeyler satıyorlar fakat bunun Küba’da çok ciddi cezası var ve kolaylıkla tespit edilip yakalanabiliyorsun. Bazı gençler akıllı telefon ya da dizüstü bilgisayarı alacak parayı biriktirdikten ve bunları aldıktan sonra karaborsadaki işlerini bırakıyorlar. Çünkü hem yakalanmaktan korkuyorlar hem de kendilerine bunu yediremiyorlar.
Ceren: Burada kendilerini bir şekilde ek gelir yaratma kaygısı da taşıyorlar çünkü o zaman örneğin sabun alabiliyorlar.
Barış: Şunu da eklemek lazım, Küba’da hala karne sistemi var aslında Sovyetler’de de olan bir sistem bu. O karneyle Küba vatandaşıysan ve çalışıyorsan Küba devleti sana temel gıda ve temizlik maddeleri gibi her türlü ihtiyacı karşılayacak şeyi asgari oranda veriyor. Mesela Küba’da süt büyük bir sıkıntı oluşturuyor; ülkede süt yok ve bir litre süt yaklaşık 2,5€. Asgari ücretin 10€ olduğunu düşünürsek muazzam bir rakam. Ama Küba devleti her aileye aylık bir kilo pirinç veriyor ya da çocuğu olan her aileye her gün bir litre süt sağlıyor ve bu neredeyse bir maaşın dörtte biri. Fakat bunun da karaborsası mevcut; o aile her gün aldığı bir litre sütü tüketemediği zaman satabiliyor. Bunların önüne geçmek için de Küba Komünist Partisi ve meclis karne sistemini kaldırmayı düşünüyor. Hatta bu konuda bir kere referandum yapılmış ve halk karne sisteminin kaldırılmaması yönünde oy vermiş. Bunu, meclisin kaldırmak istemesinin sebebi de arz ve talebin dengesini sağlamak.
Ceren: Tüm bunlara rağmen bu tür karaborsada gıda ya da temizlik maddesi satma/alma gibi işlemlerin istisnai olduğunu duyduk çünkü devlet herkes için insanca yaşama şartlarını oluşturmuş durumda. Kaldı ki insanlar da “kendisi iyi durumdaysa komşusunun da iyi durumda olmasını isteyen” zihniyetindeler.
Barış: Zaten mahalle toplantılarında ya da günlük yaşamında herkes birbirinin durumunu görebiliyor. Türkiye’de olan, biz gençlerin pek sevmediği, dedikoducu mahalle kültürü Küba’da hala devam ediyor. Fakat Türkiye’den farklı olarak art niyet çok az yani Küba’da da herkes herkesin her şeyini biliyor ama bunu arkasından iş çevirmek ya da müdahil olmak için değil şaşırtıcı biçimde iyi niyetle ihtiyaçlarını karşılamak ya da samimiyet kurmak için kullanıyorlar.
Fotoğraflar İçin Kaynakça:
www.ntv.com.tr
www.trtturk.com