Balkan Savaşları kaybedildiğinde, ortaya çıkan manzara şuydu: Daha yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğunun tebaası olan halklar yüzyıldan kısa bir süre içerisinde bağımsızlıklarını kazanmış; Osmanlıya tarihinde yaşadığı en aşağılayıcı yenilgilerden birini tattırmış ve imparatorluğun en zengin ve gelişmiş eyaletlerini bir daha geri dönmemek üzere imparatorluktan koparmışlardı. Bu manzaranın Osmanlı’nın o dönemki siyasi elitlerinde ve gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak kadrolarda yarattığı travma şuydu: Azınlıklar bağımsızlıklarını kazandıkları zaman mutlaka imparatorluğun veya cumhuriyetin içerisinde yaşayan soydaşlarını kurtarmak için fırsat kollayacak ve fırsatlarını buldukları ilk anda devletin toprak bütünlüğünü yıkmaya çalışacaklardır.
Bu travma daha hala taze iken bir de üstüne Birinci Dünya Savaşının çıkması, bu travmanın kökleşmesine ve bugün bile cumhuriyeti yöneten kadroları etkilemesine neden olmuştur. Hatta Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni Tehcirini de (Soykırımı) bu bağlamda okumak mümkündür. Balkan Savaşların da büyük miktarlarda azınlıkların yaşadığı topraklara neler olduğunu gören İttihat ve Terakki kadroları aynı şeyin Doğu Anadolu’ya da olmasından korkmuş ve bölgeyi Türkleştirip azınlıklardan arındırmak için böyle bir harekete girişmiştir. Lakin her ne kadar Ermeniler devletin iliklerine yerleşmiş bu travmadan çok zarar görmüşlerse de bu travmanın en çok zarar verdiği halk Kürtler olmuştur.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günden beri Kürtlere karşı izlediği politikanın temelinde Balkan Savaşı travması vardır. Bu travmanın etkisi ile hareket eden Ankara yüz yıla yaklaşan cumhuriyet tarihi boyunca bir domino etkisi yaratır korkusuyla herhangi bir yerde oluşacak bağımsız bir Kürt toprak parçasına şiddetle karşı çıkmış ve bunu engellemek için elinden gelen her yolu denemiştir. Çok uzun yıllar oluşacak herhangi bir bağımsız Kürt toprağını engellemek için baskılama yöntemini kullanan Ankara 2005 yılında Irakta Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) kurulurken ise bu politikanın yetersizliğine ilk defa şahit olmuştur. 2005 yılında Türkiye’nin bütün baskılama politikalarına rağmen IKB kurulunca görevde ki AKP hükumeti de Balkan Savaşları öncesinden kalma bir taktiğe geri dönmüştür; böl ve yönet.
Böl ve yönet politikası Balkan Savaşları öncesinde uzun yıllar II. Abdülhamit tarafından Balkanlar’da ki azınlık devletlerinin Osmanlı’ya karşı birleşmesini engellemek için ustalıkla kullanıldı. Bu politika gereği farklı Hristiyan azınlıklar birbirlerine düşürülerek Osmanlı’ya karşı birleşmeleri önlendi, bu politika bir noktada o kadar başarılıydı ki Bulgaristan’ın Doğu Rumeli ile birleşip Krallık statüsüne ulaşmasına, Osmanlıdansa Sırplar daha büyük bir tepki vermiş ve hatta bunun olmasını engellemek için Bulgarlara savaş ilan etmişlerdir. Yine de bu politika sonunda başarısız olmaktan kurtulamamış ve Balkan Savaşlarını engelleyememiştir. 2005 yılında işte bu politikayı’da cephanesine katan AKP hükumeti Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri ilerletme yoluna gitmiş, PKK’ya ve Kürt bağımsızlık hareketine karşı çok önemli bir Kürt müttefik elde etmiştir. Lakin her ne kadar bugün baskılama ve böl ve yönet politikaları birlikte kullanılsa da Balkan Savaşlarından alınan dersler göz ardı edilmeye devam edilmektedir.
Balkan Savaşları öncesinde de böl ve yönet ile baskılama politikaları beraber kullanılmış ve bunların sadece kısa vadeli çözümler oldukları ortaya çıkmıştır. Bunun bir kaç nedeni vardır. İlk olarak baskılama yöntemi; yani bütün bağımsızlık hareketlerini kuvvet kullanarak durdurmaya çalışma hareketi kamunun gücü artıkça daha da kullanılamaz hale gelmektedir. Artık uygulanan aşırı kaba kuvvette dayanan politikalar hem ülke içinde hem de dışında büyük tepkiler çekmekte ve devletin acımasızca baskılamaya çalıştığı kısma daha fazla sempatizan yaratmaktadır. Bunun dışında da Balkan Savaşlarında da gördüğümüz gibi böl ve yönet politikası da çok etkili değildir. Balkan Savaşlarında olduğu gibi eğer rakip zayıf bir anında ise taraflar kendi iç çekişmelerini kolaylıkla bir tarafa bırakıp ortak düşmana karşı birleşebilmektedirler. Bu nedenlerden ötürü devletin doksan yılı aşkın bir süredir uyguladığı bu iki politika kısa vadede sürdürülebilir ama uzun vadede kaçınılmaz olanı engelleyemez sadece geciktirebilirler.
Balkan Savaşlarının yarattığı travma bugün sinsi bir gölge gibi hala Türk siyasetini ve politikasını takip etmekte. Ne yazık ki bu travmanın sonuçlarını da her gün gazetelerde verilen ölü sayılarıyla görüyoruz ve ne yazık ki bu travma aşılmadıkça da bu sayıların azalması çok mümkün görünmüyor.
KAYNAKÇA
Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Aras Yayıncılık
Edward J. Erickson, Büyük Hezimet – Balkan Harpleri’nde Osmanlı Ordusu, İş Bankası Kültür Yayınları