“Konfüçyüs’ün bilge sözleriyle “bir ülkeyi idare etmeye çağrıl saydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu? Konfüçyüs cevap vermiş: “işe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Dil sözcük anlamı olarak “İnsanların düşündüklerini, duygularını ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma veya anlatım aracı”  olarak tanımlanıyor. Sosyal bir varlık olan insan, diğer insanlarla etkileşimde bulunarak sosyalleşirken bu süreci dil vasıtasıyla gerçekleştirir. Her insan bir dile sahiptir. Dil, düşünce duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarmasını sağlayan, çok yönlü gelişmiş simgesel bir dizgedir.”( H. Küçükkaragöz 97) şeklinde tanımlanır.

Toplumu oluşturan temel yapılardan biri olan dil, insanlık tarihi boyunca yapılmış en önemli keşiftir ve sürekli gelişim halindedir. Dil yalnızca insanlar arasında iletişimi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yeni neslin geleceğine de yön verir. Bu yüzden günümüzdeki devlet yapılarında anayasayı oluşturan maddelerin anadil ve bununla ilgili maddelerle başladığını görürüz. Aynı zamanda dilin kültür taşıyıcılığı etkisi, aynı kültür ve coğrafyayı paylaşan insanlar için çok önemlidir. Diller bu denli önem taşırlarken, yok olmaları durumunda yaşanacak sorunlarda göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

[box_light]Dilin ölümü nedir?[/box_light]

Ölü dillerin tanımı: son akıcı konuşmacısının öldüğü ve yeniden canlanma işaretinin olmadığı dillerdir.

Bir dilin ölümünden bir önceki aşama olan tehlike durumunda olma halidir. Tehlike durumuna düşmesi olası olan diller şu şekilde tanımlanır: sosyal ve ekonomik açıdan dezavantajda olan, daha büyük bir dilin ağır baskısını yaşayan ve çocuk konuşmacılarını kaybetmeye başlayan dillerdir.

[box_light]Peki, neden umursamalıyız?[/box_light]

Çoğu insana göre, dil sayısındaki herhangi bir azalmanın bir trajedi yaratması bir tarafa, insanlığın yararına olduğuna dair-her ne kadar yanlış olsa da –genel ve rağbet gören bir inanış vardır. Bu düşünceye pek çok kaynak gösterilebilir fakat en önemli kaynak Tevrattaki Babil hikayesi ne dayanandır. Bu inanışa göre, dünyadaki dillerin çoğalması insanlığa verilen bir cezaydı ve bununla beraber dünyada tek ve ideal bir dil olmalıydı; böylece karşılıklı anlayış ve barış daha rahat bir şekilde sağlanabilirdi. Bu görüşteki yanlış olan noktalara değinmek gerekirse ilk yanılgının, tek dilliliğin barışı getireceği fikri üzerinde olduğunu görürüz. Bu görüşün aksini kanıtlayan birçok tarihsel gerçeklik vardır. Fakat şu kadarını söylemek yeterlidir: dünyadaki tek dilli büyük ülkelerin birçoğunun iç savaşlar yaşadığını, 20. Yüzyılın sonunda savaş halinde olan çoğu bölgenin tek dilli olduğunu söylemek mümkündür. Örnek olarak tek dilli ulusların başında gelen, köklü bir imparatorluk olan İngiltere ele alınabilir. İngiltere’nin 20. Yüzyılda yaşadığı savaşlar, tek dilliliğin barışı getirdiği savına karşılık gösterilebilir. O dönemde İngiltere’nin yaşadığı iç sorunlar bir kenara19. Yüzyılın sonuna doğru Almanya ve ABD’nin gelişmesi Britanya’nın iktisadi öncülüğünü aşındırması, Britanya ve Almanya arasındaki ardı sıra gelen askerî ve ekonomik gerilimler, Birinci Dünya Savaşının en büyük nedenlerindendi ve Britanya, imparatorluğuna çok yüksek bir seviyede bağımlı olarak bu savaşı geçmesine neden oldu. İkinci yanlışlık ise ortak ve ideal bir dilin varlığından söz edilmesidir. Tek dillilik düşüncesini savunan çoğu insan genellikle tek dilli ülkelerden gelmiş, ideal ve ortak dilin kendi dilleri olduğunu düşünmüştür. Bu durumun en belirgin kanıtlarından bir tanesi tek dilliliği savunan Dante’nin şu sözüdür: “ilk konuşmacının dudaklarında oluşturduğu dil İbranicedir.”

 Uluslararası iletişimin gelişimi için ortak dilin önemi ve rolü tartışılmaz bir gerçekliktir fakat bu ortak dilin-genellikle İngilizce olarak kabul görülür- diğer diller pahasına olması anlamı çıkartılamaz. Yani herkesin kendi etnik dili ve bunun yanında uluslararası ortak bir dil olmak üzere iki dil konuştuğu bir dünya mümkün ve daha idealdir. Her iki dilde farklı amaçlara hizmet edeceğinden- birisi kültür taşıyıcılığı ve kimlik diğeri ise uluslararası iletişim ve anlaşma-herhangi bir çatışma durumu da söz konusu olmayacaktır ve böylelikle insanlar hem diğer insanlarla iletişim konusunda rahatlamış aynı zamanda da kendi kimliklerini oluşturan ve kültürlerini taşıyan dillerinden uzaklaşmamış olurlar. Bu durum dillerin ölümüne engel oluştururken dil çeşitliliğinin de korunmasını sağlar.

[box_light]Çeşitlilik neden önemli?[/box_light]

Ekolojiye de bağımlı olarak, biyolojik çeşitliliğe olan ihtiyacı destekleyen tüm görüşler, dil içinde geçerlidir. “Dünya, iflah olmaz biçimde çoğulcudur.”(Louis Macneice, 1995, snow şiiri) Tüm bu düşünceleri evrim teorisinin bir sonucu olarak görmek mümkündür: Evrim genetik çeşitliliğe dayanır.( Jones Martin ve pieleamde Steve Jones )ve tekdüzeleşmek bir türün uzun vadede hayatta kalmasına engeldir. Bu teoriler dil içinde aynı şekilde geçerliliğini korur. Eğer çok sayıda kültürün gelişimi bu denli önemliyse, dillerin rolü hayatidir. Çünkü kültürler yazı ve konuşma diliyle doğrudan aktarılır.

Evrim teorisindeki çeşitliliğin bir sonucu olmasının yanında, dil aynı zamanda kimliği de ifade eder ki bu herkes tarafından önemsenen bir konudur. Bir dilin kaybı durumunda kişilerin kimliklerinin de zarar göreceği çıkarımını yapmak mümkündür. Elbette ki böyle bir kayıp durumunda farklı gruplar farklı tepkiler gösterecektir. Bazıları koruma yanlısı, diğerleri karşıtı olabileceği gibi gurur kaygısızlık kabullenememe üzüntü suçluluk gibi diğer duygularda olacaktır. Yani bir kişi atalarının dilini gereksiz ve faydasız bulurken bir diğeri onda manevi ve psikolojik bir güç kaynağı bulabilir.

[box_light]Diller nasıl yok olurlar?[/box_light]

Herhangi bir dilin yok olmasına neden oluşturacak en önemli etki, bir kültürün bir diğeri içinde asimile olma durumudur. Böyle bir durumda dili etkileyen olayların sırası her yerde aynı şekilde gelişir. Üç temel aşama vardır. Birincisi hâkim dili konuşması için insanlara baskı yapılması- bu baskı sosyal siyasal ya da ekonomik olabilir.-.ikinci aşama iki dilliliğin ortaya çıkması. İnsanlar eski dillerini anlarken, yeni dillerini gittikçe daha iyi konuşmaya başlarlar. Bir süre sonra bu ikililik durumu hızla düşüşe geçer ve eski dil yerini yeniye bırakır. Bu durum üçüncü aşamaya geçmeye sebep olur. Üçüncü aşama ise genç neslin ihtiyaçlarını karşılamak için 1. Dilin gereksiz olduğu fikrini benimsediği aşamadır. Bununla beraber aileye eski dili kullanmanın getirdiği utanç duygusu gelir.

 Bu duruma Türkiye’den birçok örnek vermek mümkündür. UNESCO’nun hazırladığı dünya dil atlasına göre, şuan Türkiye’de 15 dilin yok olma tehlikesi var ve 3 tanesi çoktan yok olmuştur. Bu atlasa göre Edirne’de konuşulan Gagevuzca, Mardin’de Turuyo, İstanbul’da Ladino (Yahudi İspanyolcası) Türkiye’nin ciddi tehlike ile karşı karşıya olan dilleridir. Aynı zamanda Lazca, Çerkezce, Abhazca, Romanca, Abazaca, Hemşince ve Rumca’nın Pontus şivesi de büyük tehlike arz eden diller arasındadır.

Ulus devletlerin ortaya çıktığı 18. yüzyıldan bu yana kimlik ve dil politikaları çoğu kez toplumda tek kimlik-tek dili hâkim kılmak amacını taşımaktadır. Uzun yıllar uygulanan asimilasyonist politikalar sonucunda dünyada birçok kültür, dil, inanç, gelenek ya yok olmuştur ya da yok olma tehlikesi yaşamaktadır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin ürünü olan dillerin, kültürlerin, inançların, geleneklerin yok olması dünyayı daha güzel ve yaşanabilir hale değil daha kısır ve tekdüze hale dönüştürmektedir. Kültürel etkileşimin olmadığı durumlarda bir kültürün kendisini geliştirmesi, zenginleştirmesi düşünülemez. Bu açıdan tek dil-tek kimlik üzerine kurulan politikalar hem öne çıkartılan kimlik ve dili hem de bastırılmak-asimile edilmek istenen kimlik ve dilleri olumsuz etkilemektedir.

Uygulanan kimlik politikaları siyasi ve ekonomik güç ilişkilerinin sonucudur. Keza bu politikalara yönelik eleştiriler de bu güç ilişkilerinden doğmaktadır. Hangi kimliğin resmi-egemen kimlik olarak benimseneceği, hangi kimliklerin resmi kimliğin dışında kalacağı politik, siyasi ve ekonomik mücadeleler sonucunda belirlenir.  Bu açıdan hem bugüne kadar uygulanan asimilasyonist politikalar hem de bu politikalara yönelik eleştiriler politik ve siyasidir.

Çok kültürlü- çok dilli bir toplumda bir arada gönüllü ve demokratik bir birlik için tüm yurttaşlar, başta anadilinde eğitim olmak üzere  kamusal alanda kendi dillerini özgürce konuşabilmelidirler.

Leave a Reply