1946’da Türk siyaseti demokratikleşme basamaklarına birini ekledi. Demokrat Parti’nin kuruluşuyla birlikte çok partili sisteme adımını atan Türk siyaseti o günden itibaren bambaşka bir yol izledi.
Çok partili sistem bizleri iktidar ve muhalefet kavramları ile tanıştırdı. Demokratik çoğunluğun temsilcisi olan iktidar ve onun kararlarını, uygulamalarını denetlemekle yükümlü olan, farklı fikirlerin seslerini ve taleplerini duyuran muhalefet. Elbette bu iki siyasi yapının varlığı farklı görüşlerin rekabetiyle ideal olana, ortak paydaya ulaşmaktı. Ama her rekabetin özünde olduğu üzere, bir süre sonra bu rekabet bireylerin kişisel hırs ve çıkar yarışına, rant kavgasına dönüştü. Ve o günden beri iktidar ile ana muhalefetin kavgası hiç bitmedi. Ve de gittikçe çirkinleşti.
1950-1960 dönemi İsmet İnönü ile Adnan Menderes’in tartışmalarına şahit oldu Türkiye. Yeri geldiğinde sert ifadeler kullanıldı bu kavgalarda, ağır suçlamalarda bulundu her iki siyasetçide. Ve siyasetçilerin kavgaları arasında süren kaos kara bir leke olarak son buldu Türk siyasi tarihinde. Bir darağacı gölgesi yerleşmişti demokrasinin üstüne.
1960’lı yıllar darbe koşulları ve yaşanan baskı siyaseti yüzünden daha sakin geçti.
1970 döneminde ise Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit’in siyasi temelli tartışmalarına şahit olduk. Belki de en seviyeli tartışmaların yaşandığı dönemde Türkiye siyasi tarihinde. Ecevit belki de bu sebeple her zaman onunla farklı görüşleri paylaşan siyasetçilerin saygısını kazandı.
1990’lı yıllarda ise Türkiye’nin terörle, irtica ile mücadelesini şahit olduk.Türkiye patlayan bombalar, domuz bağı cinayetleri, faili meçhul cinayetler ve PKK terörü ile sarsıldı. Ama gündemi gene en çok Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’ın kirli söylemleri, ortaya atılan dolandırıcılık iddiaları, aniden ortaya çıkan milletvekillerine, bakanlara ait seks kasetleri meşgul etti. Necmettin Erbakan’ın ‘ Kanlı mı olacak, kansız mı? ‘ lafı ise hala hafızalarda …
2000’ler de ise AKP hükümeti ile siyasetin seviyesizliği bir basamak daha yükseldi. Ana muhalefet ve muhalefet partilerinin söylemeleri de seviyesizliğe ortak olmaktan geri durmadı. Daha ağır laf söyleyen halkın gözünde kazanan oldu. Yeri geldiğinde vatandaş bile bu ağır söylemlerin hedefi haline geldi. Meclis sokak söylemleri ile gerçek anlamda sokağa da indi.
Peki ya ne bu kadar siyasetçilere seviyesizleşme cesaretini veren?
Bu durum sıradanlaştırılması,olağan hale getirilmesiyle duyarsızlaşan toplum ve dokunulmazlık benim kanaatimce. Atılan iftiralar,yıllardır kaldırılmayan dokunulmazlıkların gölgesinde, çamur at izi kalsın politikasını besledi. Dokunulmazlıklar bugünkü haliyle Meclis’in ülkenin milletvekilini korumak yerine, tam tersine üstüne titrediği söylenilen namus, şeref gibi değerlere saldırmak isteyenlere cesaret vermeye devam ediyor.
Böyle bir siyasi tarihi okumuş ve günümüz siyasi tartışmalarını gözlemleyerek yetişen bir Siyaset Bilimi öğrencisi olarak ben bile bu seviyesizliğe karşı tepkisiz kalamazken, mecliste bulunan 549 milletvekilimiz ne iş ile meşguller acaba ?