Geçtigimiz hafta Gazetebilkent ekibi olarak kampüste yaptığımız röportajlar dizisinde Türkiye’nin en önemli problemini ve Odtü’de yaşanan olayları Bilkent öğrencileri pespektifinden incelemeye çalıştık. Genel sonuç en büyük problemin Kürt sorunu olduğu Odtü’de ise öğrencilerin taleplerini yanlış yol seçerek bildirdiği üzerineydi. İki görüşe de hiçbir yönüyle katılmadığımı belirterek en büyük sorunun gittikçe şiddete eğiliminin artan bi topluma dönüşmemiz olduğunu ve ODTÜ’de ise öğrencilerin taleplerini bildirmek icin mevcut kosullar dahilinde en dogru belki de tek yolu seçtiğini düşünüyorum.
Ülkenin son bir kaç yılının çok ciddi şiddet olaylarıyla dolu olduğu şu an yadsınamaz durumda. Her gün kadın cinayetleri haberleri alıyoruz, trafikte en basit sebepler cinayete kadar gidebiliyor, politik alanda barışçıl diyalog seçeneği varken seçilen yol savaşmak oluyor ve ne yazık ki bu kutsanıyor. Kutsadığımız ne varsa bizi çözümsüzlüğe itiyor. Kısaca iki örnek vermek gerekirse ‘aile’ ve ‘devlet’ Türk toplum yapısında kutsaldır. Ailenin kutsallığı kadının özgürleşme hareketine ket vururken devletin kutsanması da savasçı politikaların sürdürülmesinde önemli rol oynuyor.
Polis şiddeti ise bu şiddet halinin en vahim olarak kendini gösterdigi alanlardan biri. Polis şiddetinin neredeyse legal hale geldiği bir topluma cinnet halindeki bir toplumdan öte bir sey denemez diye düşünüyorum.
İnsanlar karakollarda darp ediliyor, sokakta darp ediliyor ve teoride her şeyin pembe bir hayal dünyasi olmasından öte pratikte hicbir önlem alınmıyor, caydırıcı cezalar verilmiyor. Bu da doğal olarak polisleri daha cok şiddet kullanmaları doğrultusunda teşvik ediyor. Örnek olarak, 2011 Temmuz ayında Fevziye Cengiz isimli kadının karakolda siddete uğraması, 2012 Haziran ayında Ahmet Koca isimli bireyin yol verme sebebiyle başlayan kavgada bir grup polis tarafindan ailesinin yaninda öldüresiye dövülmesi, ya da bıçağın belki en keskin yerinde bulunan politize olmuş insanların ortadan kaldırılma hareketleri…‘Toplumun huzur ve guvenligi’ sloganıyla başlayan yolculuk polisten korkan suçsuz insanlar kitlesi yaratıyor. İnsanların bu anlamda emniyet teskilatına itimadının oldukça düştüğünü düşünüyorum. Çevik kuvvet ise polis şiddetinin en meşru oldugu alan olarak varlığını sürdürüyor. Modern zamanlarda gruplarin taleplerini tepkilerinin dile getirmesinin en tabii ve en normal yolu olan protestolar, basin açıklamaları,imza kampanyaları sistematik olarak polis şiddetiyle engellenmeye çalışılıyor ve şiddet kullanan polisler hakkında ne incele ne soruşturma gibi süreçlere gidilmiyor. Emre itaat sistemiyle hareket eden polis grupları şiddetsizlikk adına inisiyatif kullanma şanslari olsa bile tercihlerini bu yönde kullanmıyorlar. Bahsettiğim gibi emre itaat ve emir kulu olma anlayışı ise bu sorunun en kolay kaçış yolu ve çözümsüzlüğün bir parçası. Eylemin içeriğinin, amacının, haklı haksız tarafın kim olduğuna bakılmaksızın hiçbir mantığa dahil olamayacak şekilde şiddete başvurmak bugünün en onemli ve en ilkel sorunudur bence. İnsanlarin eşlerinden gördüğü şiddet, polisten ya da patronundan gördüğü şiddet, medyadan gördüğü şiddet şu an diger bütün sorunları bünyesinde barındırıyor.
Yeri gelmişken belirtmek isterim ki polisin orantısız güç kullanımına karşın Çağdaş Hukukcular Dernegi ironik ismiyle “imdat polis” isimli bir çalışma başlatmış ve bir iletişim ağı kurmuşlar. Acil başvuru hattı olan 444 15 59 arandığında gönüllü hukukçular olay yerine gelerek inceleme ve tespitlerde bulunacak suç duyurusu yapacak ve davaların takibini üstlenecek.
Son olarak polis şiddetinin en cok konuşulmasına neden olan ODTÜ de yaşananlar…
Yök yasa taslağı ve Suriye politikasi ile ilgili protesto yapmak isteyen ögrenciler önce polis şiddetine maruz kaldı, yaralananlar oldu, evlerine baskın yapıldı. Sonra başbakan tarafından akademisyenler ve öğrenciler “Bu nasil ogrenci, bu nasil akademisyen böyle mi ögrenci yetiştiriyorlar bize böyle hocalar lazım değil” dendi ve ardından üniversiteler çesitli açıklamalarla ODTÜ’lu akademisyen ve ögrencilere destek oldu. Burada önemli olan ve bir kez daha kendini gösteren gerçek şudur ki; üniversiteler kolay kolay tektipleştirilebilecek yerler değildir ve taleplerini her zaman dile getiren bu yöntemle de ilerlemenin her zaman bir parçası olacak kuruluşlardir.
Sonuç olarak; eğer biz hala öğrencilerin taleplerini dile getirme biçimleri yanlış gibi yüzeysel yargılamalarda bulunursak bu polis şiddetini görmezden gelmekle eşdeğer olur ve istediğiniz kadar apolitik olun istediginiz kadar o yılan bana dokunmaz deyin, döner dolaşır bir gün size de dokunur.