Arap medyasında ortaya çıkan bir görüntü, Suriye’de yaşanan insanlık ayıbını tekrar su yüzüne çıkardı. Evladı vurulan bir baba ve keskin nişancıların atışlarından saklanan, sakınan insanlar… Bu örneğin gösterdiği zulmün adını koymak; vahşet, dram, insanlık ayıbı gibi kavramlarla mümkün görünmüyor. Lord Acton’un meşhur sözlerinden yola çıkılırsa; “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır”,iktidarın, hükümetlerin bir diğer söyleyiş ile devletin zarar verme potansiyelinin ne kadar yüksek seviyelerde olduğunu açıkça görebiliriz. Teoride, devletin zararlılık potansiyelinin yüksekliğinin görüntüsünün pratikteki örneklerini tüm dünyada sınırlanmayan devletlerde görebiliriz. Türkiye örneğini ise çok yakından, yaşayarak görmekteyiz. Türkiye Devleti, kuruluşundan itibaren kendi vatandaşlarına yönelttiği baskı organları ile bireylere sadece baskı yapmamış, işkence ve cinayetlerden de kendini uzak tutmamıştır. Günümüzde ise bu kadar sert uygulamaların görüldüğü ülkelerden biri olarak Suriye ön plana çıkıyor. Kendi halkına, kimseyi ayırt etmeden, acımasızca kurşun sıkma hakkını kendinde gören Suriye’nin bu durumda olmasının temel sebeplerinden biri devlet yapısı ve sivil toplumun ses çıkarmamasını sağlayan devlet organlarıdır.
Suriye örneğinden yola çıkarsak, devletin gerekliliği fakat sınırlı bir alanda tutulması gereklilikleri ön plana çıkar. Devlet kavramının bireyler için var olduğunu kabul edersek, bu mekanizmanın bireylere her alanda zarar vermesinin önüne geçilmesi gerektiğini de görmemiz gerekir. Bu alanlara örnek vermek gerekecek olursa; güvenlik, ekonomi, yargı ve eğitim kavramları gündeme gelecektir. Devletin en önemli görevlerinden olan güvenliği sağlamak sınırlanmamış devletlerde çığırından çıkarak tersi bir durumu ortaya koyabilmektedir. Bireylerin güvenliğini sağlamak yerine güvenliklerini tehlikeye atan ve bireylerin üstlerinde baskı kuran kurumlar haline gelmesinin önüne yetki ve alan sınırlandırmaları getirilerek geçilmelidir. Bunun yanında yargı kolu kendine verilmiş görevi insan hakları standartlarına dayalı bir biçimde ve esasda yerine getirmelidir. Bunun aksine olan davranış ve tutumlarda ise bireylerin seslerini çıkarmalarını engellemek amacı ile kurulmuş bir eğitim müfredatı devlet tekeline bırakılmamalıdır. Tüm bunların yanında ise ekonomiye müdahalelerin sıfıra indirilmesi ile özgür teşebbüslerin önü açılmalı ve akabinde özgürlüğün her alanda refah getireceği hususu dikkate alınmalıdır.
Nihayetinde, devletlerin bireylere yaşattığı kabul edilemez müdahalelerin meşru kabul edilemeyeceğini ve bunların önüne sınırlı devlet prensibi ile çıkılabileceği gözler önündedir. Suriyeli, Türkiyeli, Belçikalı gibi sınıflandırmalara sokulmadan görülmesi gereken gerçeklerden biri, insanın yani her bireyin özgürlüklerine karşı vurulan her bir darbe insanlığa vurulmuş olması gerçeğidir. Özgürlüğün insanlık değerlerindeki birincil mevkisi savunulmaya değer ve zaruridir.
VOLKAN ERMAN