Topluma karşı getirilen her türlü yasak, kısa ve uzun vadede ciddi sorunlara yol açıyor. Bu yasaklara en çok maruz kalan toplum kesimi ise Kürtler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye Devleti’nin kuruluşundan itibaren baskılara ve yasaklara maruz kalan Kürt halkı bunlara karşı koyabilmek adına bir çok yol denemek zorunda kaldı. Burada PKK oluşumunda devletin kurduğu iddialar bir yanda dursun en azından dolaylı olarak devletin payı oldukça yüksektir. Bir halkın diline, kültürüne, benliğine devlet eliyle sınırlamalar getirmek, her dönemde önü alınamayacak sonuçlar doğurmuştur, fakat bunları da daha beter yöntemlerle sona erdirmenin uzun vadelere yayılacak elem olayların başlangıcının da fitilini ateşlemek anlamına geldiğini son 30 yılda görmek zorunda kaldık. En önemli istekleri özgür yaşamak, sosyal ve siyasal anlamda eşit bireyler olmak olan bir halkı görmezden gelmek ve bu mantığı egemen mantık olarak bireylerin zihinlerine yerleştirmeye çalışmak vicdani açıdan kabul edilemez olmasının yanında siyasi ve sosyal açıdan da büyük yaralara yol açtı. Bütün bu olanların, insanlık dramlarının ardından özgürlük parolasıyla yola çıkan AKP ise iktidarında yıllar geçtikçe parolasını unutur bir hal almaya başladı. Kürt açılımı denerek yaratılan heyecan hüsranla sonuçlandı. “Dindar” kesimin bile sorunları tam anlamıyla çözülemedi ve diğer ötelenmiş kesimler unutuldu. Yapılan reformlar ise ağızlara çalınan bir parmak balı geçmedi. Yasaklara ve statükoya karşı girilen mücadelede bu kavramları yıkmak yerine sahiplenen yeni bir güç oluştu.
Tüm bu gelişmelerin ışığında Nevruz bayramını bir süreç olarak kutlamak isteyen Kürt halkı, yıllardır sorunlarla karşılaşmaları ve bir şekilde engellenmek istenen Nevruz kutlamalarını bu yıl şenlik biçiminde değil de direnişçi bir halk hareketi olarak geçireceklerini açıkladılar. Devlet ise böylesi kapsamlı bir sivil harekete izin vermedi ve sadece 21’inde kutlayabilirsiniz mesajını verdi. Yani sivil toplumun en önemli haklarından biri olan örgütlenme hakkını ihlal etti. Haberlerde satır aralarında önemsiz bir bilgi gibi verilen bu hak ihlali ise kitlelerin direnişlerinin sertleşmesine yol açtı. Bu direniş güce karşı güç düsturu altında kendini savunma olarak da adlandırılırken, bu görüntülerin yaşanmasını istemeyen insanlar sadece karşı oldukları tarafı suçladılar. Halbuki, burada yaşanan şiddetin sorumlusu her iki taraftır; devlet ve eli molotoflu gençler ile onların örgütleyicileri. İki tarafın da haklı yönleri olmasının yanında, tarafların yanlışları yıkıcı olduğu için ön plana çıkıyor, fakat burada öncelikli iş hükümete düşüyor. Kürt halkının talepleri küçümsenmeden, devletin tek sahibi Türklermiş gibi davranmadan, insan hakları çerçevesinde dikkate alınmalı. Aksi takdirde bu süreçte yasakçı zihniyetin hakimiyeti önü alınamayacak bir periyot başlatabilir.