Biz politika yazarlarıyız. Peki, ne yazıyoruz, yazacağımız konuya nasıl karar veriyor ve niçin yazıyoruz?

Güncel siyasi konular bizim veli nimetimiz, bu nimetlerden istifade ediyoruz. Karar verme aşamasında da bir derya deniz olan Türkiye gündeminden kalbimize, mantığımıza, vicdanımıza ya da herhangi bir hassasiyetimize en çok dokunan meseleyi seçiyoruz. Niçin yazdığımıza gelince; orası bir muamma…

Kimi, bu eyleme çok ulvi görevler atfediyor, kimi sadece yazıyor, fazla düşünmeden…

Kendimce yaptığım bu sıralamanın bu yazı için önemine gelince;  ben de yazımı yazarken tabi ki tıpkı diğerlerinde yaptığım gibi, bana en çok dokunan,  en çok ifade etmek istediğim meselede karar kılmaya çalıştım. Milli Eğitim Bakanlığı’nın her gün bir yenisini eklediği tekliflerinden mi dem vurmalıydım, yoksa başkanlık sistemini mi tartışmalıydım, tüm bilgeliğimi(!) kuşanarak. Buna karar vermeye çalışırken, bana sonradan çok vahim gelen bir şeyin farkına vardım: Ülkemin gündemindeki hiçbir mesele mantığıma ya da kalbime dokunmuyor, dokunamıyordu. Hiçbiri yazmaya değer değildi gözümde. Hissizleşmiştim adeta. Hani bir uyarıcıya sistematik bir şekilde maruz bırakılırsınız ve sonra uyarıcı vücuttan beklenen fizyolojik mekanizmayı devre dışı bırakarak sizi hissizleştirir ya, işte tam olarak aynı süreç. Yaşımı göz önünde bulundurduğum zaman, en az 6-7 yıldır bilinçli olarak maruz kaldığım güzel ülkemin gündemi beni artık hissizleştirmişti. Hissizleştiği konuda yazamaz insan, bence başarısız olarak tanımladığımız yazıların temelinde de bu yatar. Hissiyat kalemi güçlendirir, yazıya ruhunu verir. Tüm bu karamsar düşüncelerin etrafında dolaşıp dururken, bir gerçeğin farkına varmam, ya da zaten hepimizin farkında olduğu gerçeği bir anlığına hatırlamam bana bu hissiyatı tekrar kazandırdı belki de. Beni hissizleştiren, belki de insanların çoğunu bu illete iten şeyle mücadele etmek bizim besleneceğimiz kaynağımız, yol göstericimiz olmalı. Bu mücadele kazandırmalı bize hissiyatımızı tekrar. Bizi hissizleştiren yargılar, yaftalar, statükolar ancak bu mücadeleyle kırılabilir. Ne var ki, bu noktada çok dikkatli olmak gerekir. Bununla mücadele ettiğini sanıp, daha fazla ötekileştiren, iten, dışlayan hareketler en büyük tuzak haline geliyor bu aşamada. Rengârenk ama renk ahenk olalım derken ‘Beyaz Türk’ler, ‘Yeşil Burjuva’lar, ‘Kızıllar’lar üretiyoruz ahenkten yoksun. Monolog değil diyalog olalım derken, diyaloglarımızda yalnızlaşıyoruz, yabancılaşıyoruz, monologdaki dinleyicilerimizi dahi kaybediyoruz. Yapmayalım. Hissiyatımızı kaybetmeyelim.

Leave a Reply