Rutkay Aziz ile sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sohbetin bu kısmında Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı sıkıntılar ve politik etkileri üzerinde daha çok durduk. Keyifli okumalar.
Röportajın ilk kısmı için tıklayınız.
İki sene önce, bir röportajınızda ‘Memleketin çivisi çıktı.’ şeklinde bir tespitinizi gördük. Bu tespitin dayandığı noktaya yargının siyasallaşması diyebilir miyiz?
[pullquote_left]
“10 Ekim’de ben de Ankara’da olacaktım. Barış şiirini okumak için gelecektim.”
[/pullquote_left]
İster istemez; ama çivinin çıktığını yargıda görüyorsun, sağlıkta görüyorsun, iç-dış politikada görüyorsun. Yani komşularla sıfır sorun dediler, komşu kalmadı, elde var sıfıra sıfır. Bana sorarsan bu ülke bunları hak etmiyor. Böylesine güzel bir gençliğe sahip ülke bunları hak etmiyor. Sizinle şunu da paylaşmak isterim. Geçen sefer Ankara’ya geldim, bir ödül verdiler bana. Elimde de çiçekler var. Şöfor geldi beni otele bırakmak için. “Yahu bu çiçekleri sana verecektim ama en iyisi sen beni gara götür oraya bırakayım bu çiçekleri” dedim. Kimseye gözükmeden etmeden, oraya bıraktım. Kendimce saygı duruşunda bulundum. Yazık günah değil mi orada ölenlere. Ben de geliyordum o gün oraya aslında. DİSK’le konuşmuştum, çalışmam çıktı. Barış şiiri vardır benim okuduğum. Onu okumamı istiyorlardı. Benim çalışmam çıkınca, banttan okumaya karar verdiler.
Yani sadece yargıda değil, sosyal alanda ve her alanda çivisi çıkmış bir düzen görüyorsunuz.
Her alanda, her anlamda. Suruç olayı az bir olay mıdır?
[quote]”Bu ülkede giderek muhbirler, dönekler çoğalıyor. İnsanlar konuşmaktan korkar oldu.”[/quote]
O zaman oyunda anlattığınız dönemlerle ‘Yeni Türkiye’ arasında birçok anlamda, birçok alanda derin benzerlikler var?
Şimdi hep o lafı kullanmaktan sıkılıyorum; ama kusura bakmayın ‘korku imparatorluğu’ deniliyor ya, bunu becerdiler bir biçimde. Yaşamın her alanında insanlar konuşmaya korkuyorlar. Giderek muhbirler çoğalıyor bu ülkede. Dönekler çoğalıyor bu ülkede. Ben 12 Mart’ı yaşadım, 12 Eylül’ü yaşadım. Bu kadar döneğe tanık olmadım. Bu dönekliğin adı da döneklere sorarsanız, yetmez ama evetçiler vesaireler, değişim ve yenilenme diyorlar.
[quote]”Can Dündar ve Erdem Gül’ün bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.”[/quote]
Hocam, fırsatını bulmuşken, bizim de boynumuzun borcu; Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutukluluk hallerini de yargının siyasallaşması çerçevesinde değerlendirmenizi isteyebilir miyim?
Onlar için de oynuyoruz. Onlara ben iki üç oyunda selam gönderdim. Eşiyle görüştüm. Tabi benim ziyaret etme şansım yok. Hanımına haberler gönderiyoruz. O da bizden haberleri alıyordur. Cumhuriyet gazetesine gittik Tarık’la (Akan) tutuklandıkları gün. Bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum. Söyleyecek, yapacak fazla bir şey yok; ama işleri zor galiba biraz.
[pullquote_right]”AKM polis karakolu oldu!”[/pullquote_right]
Tiyatroya dönecek olursak, bu süreç, tasvirini yaptığınız bu çivisi çıkmış düzen, sizce halkın tiyatro salonlarına daha mı çok yönelmesini sağladı yoksa tiyatro salonlarının boş kalmasına mı neden oldu?
Bu baskılar, ekonomik olarak da bakarsan ister istemez halkı biraz da uzaklaştırmadı değil. Ama mesela ben, elimizden geldiği kadar talebe biletlerini indirin, diyorum arkadaşlara ki gelebilsinler. Biz gençlerle buluşamazsak çok yaşlanırız. Bu çok önemli bir olay. Üstadın bir lafı var, ‘Kadınlara dayanmaksızın bir kitle hareketi olmaz’ diyor. Ben buna gençleri de katıyorum. O yüzden arkadaşlar da sağ olsunlar, özen gösteriyorlar. Ama bir İstanbul’u düşün. Polis karakolu oldu Atatürk Kültür Merkezi. Kepazelik! Emek Sineması… Sözüm ona yukarıya taşıyacaklardı. Her lafları yalan dolan! İstanbul’da 20 milyona geldik neredeyse; ama salon yok! Bizler habire dolaşıyoruz: Kadıköy, Bakırköy… Bütün bunlar da tabi seyirciyi etkiliyor.
[pullquote_left]”Özal’la başlayan süreç en yüce değeri para olarak dayattı. Halbuki en yüce değer emektir, insanı sevmektir!”[/pullquote_left]
Halkın algısı da değişti. Yani televizyon bunu becerdi. Burada hepimizin bir miktar suçu var. Kabul etmek lazım. Aslında kültürel işbirlikçi olmamak lazım. Dayanabildiğimiz kadar dayanmamız gerek. Bir şey çok önemli tabi, ben bunu kızıma da sık sık söylüyorum. En yüce değerin emek olduğunu anlamakla yükümlüyüz. Emektir, insanı sevmektir, ülkeni sevmektir! Herkes yatağına yattığında acaba ben ülkem için, toplum için, insanlık adına bir şey yaptım mı diye düşünmesi lazım. Yalansız dolansız, çalmadan çırpmadan yaşamak önemlidir. Ama en yüce değeri Özal’la başlayan süreç para olarak oturttu insanların kafasına. Köşeyi dön de nasıl dönersen dön, dedi. Machiavellizm esas oldu.
[quote]”Her şey paralele, cemaate bağlandı. Sanki birlikte yaşatmadılar!”[/quote]
Özal demişken, Türkiye’nin yakın tarihinde yargının siyasallaştığı, baskının olduğu başka dönemleri de yaşadınız. O dönemleri bugünle karşılaştırmanızı isteyebilir miyim?
(Gülerek) Yahu bir şey söyleyeceğim, size komik gelecek. Kendi çevremdeki arkadaşlarla da zaman zaman bunu konuşuyoruz. Yahu diyoruz acaba 12 Mart’ta, 12 Eylül darbesinde daha bir hukuk vardı herhalde! İlginçtir yani, hiç olmazsa her şey netti! Şimdi her şey flu, net değil. O zaman belliydi yani: Darbe. 8 yıl yargılandık. Barış Davası’ndan yargılandık. Belliydi ama, iddianame belliydi. Şimdi bakıyorsun Can’a, Erdem’e; iddianame yok ortada! Casuslukla suçlandı çocuklar, neyin casusluğu, kimin casusluğu? Bugün bir haber okudum örneğin, sen de ilgileniyorsun bunlarla. Devlet sırrı diye yeni bir yasa çıkaracaklar galiba. Bu çok tehlikeli. Çocukları devlet sırrı kapsamında… Yanlış mı okuyorum dedim. Yani böylesine şeytanca yerlere gitmeler… Her şey paralele, cemaate bağlandı. Sanki birlikte yaşatmadılar. Ne oldu, ne bitti tak diye oraya, paralele bağladılar.
Tabi şimdi yargının siyasallaştığından bahsediyoruz. Bu yıl içinde bir savcımız, Mehmet Selim Kiraz ve yakın zamanda da Baro başkanı Tahir Elçi öldürüldü. Yargının siyasallaşmasıyla yargının hedef haline geldiğini de söyleyebilir miyiz bu cinayetleri düşündüğümüzde?
O kadarını bilemiyorum tabi; ama olabilir de. Tahir Elçi… Işıklar içinde yatsın. Muamma. Kolay kolay da çözülmeyecek gibi bir his var içimde. Geçmişteki faili meçhuller gibi yani. Hiç niyetleri yok gibi geliyor.
Madımak gibi?
Tabi canım. Rahmetli Uğur Mumcu farklı mı?
[quote]”O ilerici, yurtsever, devrimci duygu ve düşünceleri taşıyan insanlar var. Bize düşen bir biçimde o insanları çoğaltmaktır.”[/quote]
Hocam son olarak, hayatınızın çeşitli dönemlerinde baskılarla karşılaştığınızı söylediniz. Sizler ve diğer sanatçılarımız bir şekilde bu baskılara göğüs gerebildiniz. Bu tecrübelerden yola çıkarak bugüne dair bizim için, diğer sanatçılar için neler söylemek, önermek istersiniz?
Yine de bakma, 49’lara şunlara bunlara… Yine de ben inanıyorum ki bu topraklarda hala duyarlı, sağduyulu insanımızın olduğuna inanıyorum. O ilerici, yurtsever, devrimci duygu ve düşünceleri taşıyan insanlar var. Bize düşen görev o insanları bir biçimde çoğaltmaktır. Yani bu oyunla da elimizden geldiği kadar bunu yapıyoruz. Yani mesela ben düşündüm Adana’da, Mersin’de, İskenderun’da oynadık. Tekrar seyirci gelir mi diye bir düşünmedim değil. Ama anlatamam yani size; ayakta! Antalya’da örneğin, 1300 kişi vardı. Sağ olsunlar. Umutlanıyoruz bu sayede, moralleniyoruz. ODTÜ’de gittik oynadık, tıklım tıklımdı.
İbrahim Hakkı Albayrak
kalemin kesin,fikrin zengin,yolun açık olsun….
ben beğendim tatlı bir söyleşi
acı acı tespitler..