Suriye’ye terör ihraç edilmesi ile birlikte Arap Baharı denilen sürecin bir uzvu yanı başımızda bir yangın olarak devam ediyor. Suriye yandıkça da Türkiye yanıyor. Suriye’de yangın arttıkça Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden gelişmeler hızlanıyor, 2011’den bu yana görüyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin toprak bütünlüğü için koşuldur. İlk tespitimizi bu noktada yapmak durumundayız: Suriye’deki yangın ya çok daha büyüyerek Türkiye’yi tamamen içine alacak ya da devlet aklı müdahil olacak ve Suriye’deki yangının Türkiye’yi yakmasını engelleyecek. Bu yüzden Türkiye’nin özellikle 2011 yılından başlayarak yangını büyütmekten başka bir şeye yaramayan politikalarını tekrarlama lüksü yok.
Suriye iç savaşı denilen terör yangınları emperyalizmin büyük dezenformasyonlarıyla* büyüdü. 2013’te de Esad’ın kimyasal silah kullandığı iddiaları ile kitle iletişimi yoluyla büyük yaygaralar kopartılmış ve tıpkı 2003 Irak müdahalesinden önce yapıldığı gibi ya da tıpkı bugün içine düşürülmeye çalışıldığımız durum gibi Türkiye neredeyse bir NATO gücü olarak savaşın ortasına atılmak istenmişti. Bugün içine düşürüldüğümüz durumu anlamak içinse biraz geriye giderek okuma yapmamız gerekiyor. Bunun için de elbette 1991’de yeni bir dünya düzeni oluşurken neler hedeflenmiştir, NATO eski düzenin bir kolluk gücü şeklinde misyonlaştırılmasına ve kuruluş misyonunu 1991’de tamamlamasına rağmen niçin misyonunu güncelleyerek devam etmektedir gibi soruların gündemde tutulması gerekiyor.
2003’te Saddam Hüseyin’in Irak’ta kimyasal silah kullanarak kitlesel katliamlar yaptığı ve gizli bir nükleer programının olduğu iddiasıyla ABD müdahalede bulundu. ABD’ye bazı koalisyon güçleri (İngiltere vb) de destek verdi ve bu tezleri savundu. ABD’nin diğer bir tezi Irak’ın diktatör zulmü altında ezilmesi ve bölgede demokrasinin yerleşik kılınması için müdahale fikriydi. Bu müdahale yıllarca sürdü ve o gün öne sürülen tezlere dair herhangi bir kanıt sunulmadı. Saddam’ın kimyasal silahları ve gizli nükleerleri hala ortada yok. Hatta olmadığına dair itiraflar var!** Dahası Irak bugün paramparça, ordusu güçsüz, demokrasiden yoksun. Bu müdahalenin sunulan tezleri destekleyen hiçbir sonucu yok. Bu müdahalenin sonuçları milyonlarca insanın öldürülmesi oldu. TBMM’nin o günlerde, 31 Mart Tezkeresi görüşmelerindeki onurlu duruşu olmasaydı biz de bu manipülasyonların peşinden Amerikan askerleri ile birlikte Iraklıların kanına girecektik!
Irak işgalinin bu gibi vahim sonuçlarının yanında elbette bazı orta ve uzun vadeli politik sonuçları da oldu. Bu sonuçların bizi en çok ilgilendireni Irak’ın toprak bütünlüğünün parçalanması ve kuzeyinde bir Barzani bölgesi kurulmasıdır. 1991’den bu yana uygulanan politikaları, kitle iletişimi üzerinden kamuoyunun yönlendirilmesini, Arap Baharı denilen kaşımaların artması ile bölgede bölücü faaliyetlerin etnikçi ve mezhepçi şekilde ilerlemesini bir bütün olarak değerlendirmek zorundayız. Çünkü bu süreç Türkiye Cumhuriyeti için artık bir beka sorunu doğuruyor.
Suriye için de yukarıda anlatılan sürece benzer bir durum yaratılmaya çalışıyor. 2011’den beri her fırsatta Suriye’ye müdahale için manipülasyonlar üretiliyor. 2013’te de denendi. Şimdi de aynı şey yapılıyor. ABD ve koalisyon güçleri yıllardır en iyi yaptığı şekilde kamuoyunu manipüle edebilirse yine bir müdahale denenecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün yaptığı açıklamada “Trump’ın Suriye’ye müdahale açıklaması lafta kalmasın. İcraat olursa Türkiye olarak ne gerekiyorsa yaparız.” dedi.*** Fakat Suriye’ye bu şekilde bir müdahale de Irak’tan farklı sonuçlar doğurmayacak. Suriye devletine müdahale olursa daha fazla kan akacak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü parçalanacak. Barzani’nin yapmaya çalıştığı gibi bir etnikçi yönetim komşumuz olacak. 1991’den beri yeni düzenin kurulması Arap Baharı denen süreçle birlikte etnik bölücüleri komşularımız yaptı. Bu sürecin halkalarından biri Türkiye’de bölücü faaliyetleri diğer ülkelerdeki gibi hızlandırarak bölgeyi birbirine hasım, küçük devletlerden oluşturmaktır. Bu sürecin asıl çarpışmasını ulus devletler ve küreselcilik etrafında anlatmıştık.****
Türkiye’nin kendi bekası için yapması gereken Suriye’nin toprak bütünlüğü iken oraya yapılacak emperyalist bir müdahaleye karşı çıkması gerekiyor. Buna rağmen hala Suriye devletinin Irak’ın parçalanma sürecine benzer bir şekilde tasfiyesine hem daha fazla insanın mağdur olacağı ve öleceği için hem de Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne tehdit oluşturacağı için kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Böyle bir müdahale bölge ülkelerinin tümü için tehdittir. Bölgesel işbirliği ile bu müdahalenin önüne geçilmek zorundadır. Buna rağmen herhangi bir müdahaleci tavır yıkıma yol açar. En son Ahmet Davutoğlu’nun müdahaleci tavrı, stratejik derinliği onarılması zor süreçler doğurmuştu. Şimdi de buna benzer bir tavır artık onarılması imkansız sonuçlar doğurur.
Dipnotlar:
*dezenformasyon: bilgi çarpıtma, kişiyi veya kurumu herhangi bir konuda bilinçli olarak gerçeği saptırarak yanlış bilgilendirme.
**”Saddam’ı sorgulayan CIA ajanından itiraf: Saddam haklıydı, Irak’ta kimyasal silah yoktu“, CNNTürk, 27.03.2017
***http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogandan-onemli-aciklamalar-40419519
****”Rize ve El Bab“, İlteriş Civelek, http://gazetebilkent.com/2016/12/23/rize-ve-el-bab/