Demokratik rejimlerde, özellikle fren ve denge faktörünün ekstra önem arz ettiği devletlerde, medya her zaman bir kontrol unsuru olmuştur. Sistemin ne denli demokratik olduğuna, hükümetin meşruiyetine dair ölçütlerden birinin özgür medya olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi otoritenin düşünce ya da ifade özgürlüğü konusundaki hassasiyetinde ipucu basın özgürlüğünü yorumlama üslubu olacaktır. Medya, siyasetin dinamiklerini belirlese de kendi içinde her zaman tehlikelere gebedir zira medyanın gücü, sektörü farklı odaklar ve amaçlar için kullanışlı bir araç haline getirmekte. Karşımıza çıkan tekelleşme durumu da işte tam olarak bu reflekslerden doğmuş ve toplum tarafından kanıksanmış bir problem.

Sosyolojinin sunduğu mass media=mass propoganda formülü medyadaki tekelleşmenin ciddiyetini en yalın haliyle gösteriyor. Ana akım medya unsurlarının manipülasyon ve algı yönetimi konusundaki gücünü dikkate aldığımız zaman sektörde tek sesliliğin vatandaşı distopik senaryolara mahkum edeceğini görebiliriz. Bu tekelleşme sürecine eğilmektense sonuçlarına odaklanmak şimdilik daha makul. Medya yatay, dikey, çapraz olmak üzere üç farklı şekilde tekelleşmekte. Gazete, dergi, kanal ortaklıklarına bakılarak ya da üretim sürecinde yer alan şirketleri inceleyerek tespit edilen bu tekelleşme şekillerinin tamamıyla ülkemizde karşılaşabilirsiniz fakat bu noktada küçük bir parantez açıp en şiddetli tekelleşmenin çapraz tekelleşme olduğunu eklemek gerekiyor. Günümüzde, çapraz medya mülkiyetinin egemen olmasıyla birlikte haber üretim sürecinin medya sahiplerinin somut çıkarları belirlemeye başlamıştır.[1]  Özellikle 80’lerde Turgut Özal’ın gazetecilerle kuvvetli bir bağ kurmasıyla beraber siyaset basın ilişkisi gelişim göstermiş, cumhuriyet tarihine nazaran çok daha aktif bir medya profili çizilmişti. 1990’lara geldiğimizde ise tablo başkalaşmış, medya patronları son derece güçlü isimler haline gelip kimi zaman silah kimi zaman tetikçi olmuşlardır. 90’ların siyasi ve ekonomik buhranları içinde hükümetlerin kurulmasına ya da devrilmesine sebep olan medya zamanın şartları göz önüne alındığında halk üzerindeki en etkili araçtı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın davası görülürken idam cezasının uygulanmamasına yönelik medya tarafından düzenlenen algı operasyonlarıyla toplumun nabzı tutulmuş, yazarlar ‘Asmadan Deneyelim’ temalı yazılarla öfkeli halkı istenilen düzeye indirmeye çalışmışlardır.

Türkiye’de medya gücü nerdeyse hiçbir zaman halk lehine kullanılmamıştır. Kimi zaman ekonomik ilişkiler, rant gayesi kimi zamansa iktidar hırsı sebebiyle medya halka sunulmuş bir uyuşturucu görevi görmüş, bağımsız ve tarafsız kalamamıştır. Bu tekelleşmiş sistemi sadece belirli bir odağa ait olarak görmek doğru olmaz. Ülkenin değişen dinamikleri ve otorite sahipleriyle medya her dönem farklı bir grubun manipülasyonlarıyla ilerlemiş. Örneğin, AK Parti iktidarında gerçekleşen Balyoz, Ergenekon gibi davalarda o dönem hükümete yakınlığı ve güçlü medya organlarıyla bilinen Fetullah Gülen ona biat etmiş toplulukla birlikte manipülatif haberler servis ederek toplumu istedikleri gibi şekillendirmeyi amaçlamıştır. Gülen Hareketi’nin hükümet ile yaşadığı çatışmalarla görünür siyasi etkinliği azalmış, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından baş şüpheli olarak mercek altına alınmasıyla da kadroları tamamen silinmiştir. Hükümetin milat olarak kabul ettiği darbe girişimini OHAL ve bir dizi KHK takip etmiştir.15 Temmuz sonrası yayınlanan KHK’larla hedeflenen kitleden alakasız muhalif gazete, dergi, televizyon kapatılmıştır. Bu süreçte medyanın yeniden el değiştirdiğini söyleyebiliriz. Özellikle AK Parti grubu mevcut medyada kendi oluşturduğu,devşirdiği gazeteler, kanallar sayesinde son derece baskın bir rol oynamaktadır.

Maalesef medya her zaman manipülatif bir tutum sergilemiş, toplumu istediği yöne çekmeye çalışmıştır. Fakat bugün ana akım medyanın karşısında çok güçlü bir alternatif olarak sosyal medyayı görüyoruz. Özellikle son yıllarda sosyal medyanın habere birinci kaynaktan ulaşma, yayma ve örgütlenme hususlarında çok etkili bir araç olduğunu, Gezi Parkı protestoları esnasında, deneyimledik. Doğru kullanılan sosyal medya pek çok kişi için gazetelerden, televizyon kanallarından çok daha güvenilir bir adres haline geldi. Bu bağlamda, medya sektöründe dengelerin değiştiğini söylemek yanlış olmaz.

Ana akım medyanın bu sağlıksız durumu alternatifi olsa da olmasa da düzelmek zorundadır zira yazının başında da bahsettiğim gibi basın özgürlüğü, çok seslilik gibi kavramlar demokratik ülkelerde içi boş kalmaz, kalamaz. Ne düşünce özgürlüğünün kısıtlanması ne de halkı yanıltmaya yönelik manipülasyonlar demokrasi çerçevesinde yer alamaz. Medyanın tek tipleştirilmesi vatandaşa ve demokrasiye yapılan örtülü bir ihanettir.

 

[1] Nihal Paşalı, Basında Oligopolistik Yapı ve Tekelleşme, İstanbul-1995, sf.67.

Leave a Reply