Geçen aylarda sonuçlanan ABD Başkanlık Seçimi’ni tüm dünya dikkatle izledi. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında geçen sert süreç Cumhuriyetçi aday Donald J. Trump’ın zaferiyle sonuçlandı. Nefret söylemleri ile dikkat çeken Trump’ın gelişi şüphesiz ki sadece Amerika Birleşik Devletleri için değil aynı zamanda tüm dünya için ciddi bir dönüm noktası.
Donald Trump seçim yarışı boyunca sürdürdüğü akıl almaz söylemlerine ve pek çok skandala rağmen artık resmen ABD’nin 45. Başkanı. Trump’ın öteki kimliklere yönelik çirkin söylemleri sadece Amerikalıları değil insani hassasiyetlere sahip tüm dünya vatandaşlarını derin ve haklı bir endişeye sürükledi. Seçim sonucuyla beraber öfkeye dönüşen bu tepki 21 Ocak günü sokaklara döküldü.
Herhangi bir insanın bile telaffuz etmesi kabul edilemez olan kelimelerle kadınlara, Müslümanlara, LGBT bireylere saldıran Trump göreve başlama gününde Women’s March ile karşılandı. Yürüyüşü organize edenlere göre Women’s March sadece seçim protestosu olarak yola çıkmadı, dünya çapında yükselen aşırı sağ siyasetine ve ihlal edilen kadın haklarına tepki gösterme amacı güttü. ABD merkezli organize edilen protesto yürüyüşleri Fransa, Kenya, Avustralya, İngiltere gibi 60 ülkede yaklaşık 4 milyon katılımcıyla gerçekleşti. Madonna, Beyonce, Jennifer Lawrence, Alicia Keys gibi onlarca yıldızın desteğini alan hareket sosyal medyada da büyük ilgi gördü.
Women’s March kadınların ve ötekilerin gücüne dair bir gövde gösterisi olarak yorumlanabilir ancak bu yürüyüşün kadınlara yönelik istismarların, çiğnenen hakların çözümü konusunda yeni bir soluk getireceğine inananlardan değilim. Artık sınırları ve tehditleri ortak hale gelmiş dünyada tecavüze uğrayan, alınıp satılan kadınlar varken, onlar zulüm altındayken ve o kadınlar için şimdiye kadar kimse sesini çıkarmamışken söz konusu hareketin realitesi ve içtenliği elbette başlı başına bir tartışma konusudur.
Biraz önce bahsettiğim soruna örnek olarak IŞİD’i gösterebiliriz. Bugün çoğunlukla Ortadoğu’da eylemlerini gerçekleştiren terör örgütü IŞİD sadece Ortadoğu’nun değil dünyanın bir gerçeği. İnkar edilemez gerçeği ve onun sonuçlarını keyfi olarak görmek ya da yok saymak en hafif ifadeyle ikiyüzlülüktür. Bu noktada sadece devletlere, hükümetlere yüklenmek bizi yanılgıya sevk eder. Sivil toplumu teşkil eden her element bu gerçekten ve onun doğurduğu sonuçlardan sorumlu. Eğer bugün dünyanın rezil gerçeği olan IŞİD’in kadınlara nasıl tecavüz edileceğine dair fetvası tüm mecralarda dolaşabiliyorsa, köleleştirilen kadınlara yapılan işkenceler herkesin gözünün önündeyse ve hala kalabalıklar ciddi tepkiler vermemişse ortada büyük bir utanç var demektir.
Kısacası, öte coğrafyadaki kadınlar kimliksiz bir halde işkenceye, tecavüze, ölüme mahkum hayatlar sürerken yeterli tepkiyi göstermemek fakat mevzu bahis kendimize yönelik açık tehditler olunca ayaklanmak feminist literatürdeki kız kardeşliğe aykırıdır, apaçık samimiyetsizliktir. Yürüyüşlerin, kitlesel tepkilerin bu tip ikiyüzlülüklerden arındığı takdirde bir anlam ifade edebileceğini düşünüyorum. Bu bağlamda Women’s March olumlu fakat temellendirilmemiş, eksik bir adımdır.