Memleketini sevmek suç değil ya, seviyorum ülkemizi! İster uçuk deyin ister özgün, eşi benzeri olmayan bir ülke Türkiye… Bunu anlatmak için “Nerede bu dağlar taşlar?” edebiyatına girmeye bile lüzum yok. Spor müsabakası izler gibi siyasetin takip edildiği kaç ülke vardır, ona cevap verin yeter. Politika kültürüm bunu cevaplandırmak için yetersiz ama her şeye muktedir bir Türk özgüveni ile kalıbımı basarım ki tek tüktür muhterem, tek tük. Zira akşamları ailecek ana haber bülteninin karşısına kurulmadan, akıllı telefonlardaki haber uygulamalarının size bildirim göndermesine izin vermeden, eskilerin deyimiyle “ajansı bi’ almadan” ne doğru kura yatırım yapabilir ne yaptığınız erken rezervasyonları iptal edebilirsiniz. Abarttın sen de demeyin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçim açıklamasından sonra tatil rezervasyonu iptal talepleri patladı, Türk Hava Yolları seçim döneminde bilet değişikliği yapılmasını kolaylaştıracağını duyurdu. Seçim demişken, o konuda diyeceğim birkaç bi’ şey var.
Bildiğiniz üzere Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, Salı günkü (18 Mart) grup toplantısında Kasım 2019’da yapılması planlanan TBMM ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 26 Ağustos’a alınmasını önerdi, Zafer Bayramı’na Cumhur İttifakı’nın zaferiyle girilmesini temenni etti. Sayın Bahçeli için lisedeki dil ve edebiyat derslerinin meşhur “X figürünün yapıttaki işlevi nedir?” sorusunu sormak gerekirse verilen cevaplardan biri kesinlikle erken seçim çağrısı yapmak olacaktır. Bunun ertesi günü ise Cumhurbaşkanı partisinin, öneridekinden de önce bir tarihte 24 Haziran’da sandığa gidilmesi yönünde Meclis’e bir önerge sunacağını bildirdi. 20 Mart Cuma günü de önergenin 368 oy ile kabul edilmesi ile iş resmiyete bindi: Bu Haziran’da sandığa gidiyoruz.
Erken seçimi kararı gündeme bomba gibi düştü. Bu kararın olası rasyoları üzerine çok konuşuldu, çok yazıldı. Bizim birimden de konu hakkında üç yazı çıktı. O yüzden hangi sözlerden geri dönüldüğü, seçime gitmenin anayasaya aykırılığı iddiaları, İYİ Parti meselesi, CHP’nin adayı sorusu üzerinde durmayacağım. Zira şimdiye kadar bu tartışmalara maruz kalmadıysanız da emin olun önümüzdeki aylarda fazlasıyla nasibinizi alırsınız. Ben konunun daha “psikolojik” diyebileceğim bir yanını değerlendireceğim.
Cumhurbaşkanı’nın erken seçim için tarih verdiği açıklaması çoğumuzda şaşkınlık kimimizde ise öfke uyandırdı. Şimdi, şaşkınlık anlaşılabilir bir durum. Zira referandum kampanyasında Kasım 2019’u işaret eden, erken seçim sorularını aynı cevapla savuşturan ve bu yöndeki taleplere “Seçimin zamanı belli zaten!” diye alaycı bir şekilde cevap veren de iktidar partisindeki siyasetçilerdi. Tabi “Sakin duramam, ben Türk’üm” sloganının sahibi bir millet olarak bu duruma şaşırmamak da pekala mümkün, hatta belki de doğal olanı.
Gel gelelim diğer duyguya: öfke. İşte bu pek anlam veremediğim bir durum. Erken seçimi sinirle karşılamanın birkaç gerekçesi olabilir: yapılan önceki açıklamalara aykırı kararlar alınması, bunun İYİ Parti’yi seçim dışı bırakmak için yapıldığı düşüncesi, muhalefetin düzgün ve etkin bir seçim propagandası yapmak için yeterli süresinin olmaması vesaire… Bu ve benzer gerekçeleri geçersiz kılan tek bir gerçek var kanımca. O da siyasetin bir oyun olduğu… Hakikaten de siyaset bir oyun. Şu halde oyuncuların önceden belirlenen kurallara uygun olarak yaptıkları her türlü hamleyi meşru kabul etmek gerekir. Seçimlerin Kasım’da olacağı, söz yerindeyse, kanla yazılmamıştı. Yani halkoylamasında kabul edilen kanunda seçimlerin yapılacağı tarih öngörülmemişti, bundan dolayı da dört yıllık süre dolmadan seçimlerin yenilenmesi kararı almak anayasanın yasama organına tanıdığı yetkiler dahilindedir. Amerikalıların ifadesiyle günlük işlerdendir. O halde yapılan hamle kurallara aykırılık teşkil etmiyor. Burada iktidar partisinin yaptığı, oyunu kazanmak için rakiplerini saf dışı bırakmak veya onları hazırlıksız yakalamaktan farklı bir şey değildir, ki bu da her oyuncunun yapacağı bir şeydir. Ben bahsettiğim temellendirmelerden doğan öfkeyi bir aczin, yetersizliğin itirafı, bir pişmanlık belirtisi olarak görüyorum. Muhalefet 17 Nisan sabahı seçim kampanyasına başlayabilir, uzun ve etkin bir propaganda süreci yürütebilirdi. Bunu yapmamayı seçti ve şu an şahı tehdit edildi.
Demem o ki siyasette alınan bu tür hukuka uygun kararları öfkeyle karşılamak yersiz, daha doğrusu yararsız. Bence hepimize düşen bu kararı ve kararın idrak ettirdiklerini hazmetmek, akabinde tüm siyasi partilerin ve sivil toplumun iki noktada birleşmesidir: seçime katılımı olabildiğince teşvik etmek ve sandık güvenliğini sağlamak. Katılım oranı oy yüzdelerinin yanında duran, önemsiz veri değildir. Aksine aralarında Socrates’in de bulunduğu birçok sosyo-politik felsefeciye göre devletin otoritesinin zımnen (örtülü olarak) tanınmasını ifade eder. Yani kişi zarfı sandığa atarak demokrasiye ve tabi olduğu devletin bunu gereken şekilde koruduğuna duyduğu inancı dışa vurur. Sandık güvenliği ise seçmenin iradesinin sağlıklı bir şekilde ortaya çıkmasını sağlar. Seçime hilenin, fitnenin sokulmaması gerekli ancak yetersizdir. Devlet öyle tedbirler almalı ve uygulamalıdır ki seçimin hileli olduğunu önermesi dahi anlamsız kalmalıdır.
Öyle inanıyorum ki, içinde olduğumuza benzer anlarda şaşkınlığa, öfkeye yenik düşmeden sandığa gitmeli ve oylarımıza sahip çıkmalıyız. Bu şekilde seçimi sadece bir devir teslim, bir sonuç olmaktan çıkarıp tek başına kıymetli demokratik bir faaliyet olarak görebiliriz. Bunu uygulamak uzun vadede siyaseti spora iyiden iyiye benzetmeye yarar. Tüm oyuncuların iştirakiyle ve önceden belirlenen kurallara uygun olarak oynanan bir maçın sonucu ne kadar önemlidir ki? Yenmek de var yenilmek de…
***Yazının başlığı Gülse Birsel’in yeni komedi dizisi Jet Sosyete’de ele alınan çocuk yetiştirmede ebeveynlerin çocuklarının duygularını yansıtması şekline bir gönderme yapmaktadır. “Neymiş bu?” diyenler için: https://www.youtube.com/watch?v=dac5 N8X8D8&index=2&list=PLNto65YlJ_DL9aws0n0kprzwLxKvyWsom
Görseller:
-http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43808990
-https://www.pinterest.nz/pin/380272762257553737/