Haziran Sürprizi: Yeni Bir Ev – Çarşı Uyuşmazlığı

Tarifi zor bir haldeyiz. Bu hormonal temelli bir “Bizi anlayamıyorlar.” tavrı değil. Bilakis anlaşılma isteği mevcut ancak adını koymanın objektif olarak zor olduğu bir durum söz konusu. Uç münferit olaylar sıklaştıkça istisna ilke kılınmış durumda. Olağanüstü haller, terör saldırıları, sürpriz seçim sonuçları, krizler, başkaldırılar, istifalar pasta grafiğinin %1’lik “diğer”i iken şimdi ciddi bir dilimini oluşturuyor. Adeta performansından, reytinglerinden memnun kalınan Ramazan İftar Özel programı sunucusunun İmsak Sohbetleri’ne terfi ettirilmesi ya da vekâleten lineer cebir dersine giren öğretim üyesinin MATH 101 vermesi gibi… Kısacası sıra dışı haller tipikleşir oldu.

Her biri 24 x 7 saatten oluşan birkaç haftaya Londra saldırısı, FBI Direktörü Comey’in Senato İstihbarat Komitesi’ne ifade vermesi, Katar krizi ve Arda Turan’ın gazeteciyi Bilal Meşe’yi dövmesini sığdırmamız malumu ilan etmeye yetiyor.

Üzerine konuşmak istediğim konu ise bu beklenmedik olaylar zincirinin son halkası: İngiltere seçimleri…

Her şey Britanya ve çıkış kelimelerinin yaratıcı bir kelime oyunu ile birleştirilmesinden ibaret olmayan Brexit ile başladı. 23 Haziran 2016 referandumunda Birleşik Krallık seçmeni Avrupa Birliği’nden ayrılma iradesini ortaya koydu. Haliyle sıkı bir AB’de kalma taraftarı olan dönemin başbakanı David Cameron’un görevinden ayrılması gerekti. Bu tür yazısız kurallar Türk siyasetine hayli yabancı olduğundan istifanın gerekliliğini başta idrak edemediyseniz kendinize demokrasinin sandıktan çıkan oyların çoğunluğunu almak anlamına gelmediğini hatırlatın.

Cameron’un boşalttığı pozisyona gelerek Birleşik Krallık’ın ikinci kadın başbakanı olma onuruna niyaz olan dönemin iç işleri bakanı Theresa May’i bekleyen en önemli görev Brexit sürecini başlatmak ve yürütmekti. Bunun bilincinde olarak her fırsatta istikrar ve başarılı Brexit mesajları üzerinde duran May bir erken seçim çağrısının kendisinden gelmeyeceğini, sıradaki seçimin planlandığı gibi 2020’de gerçekleşeceğini vurguladı (Eylül 2016).

Gelin görün ki 18 Nisan sabahı Downing Sokağı 10 Numara’nın önünde basın mensuplarına aldığı erken seçim kararını açıklayan, aynı May’di.

Çiçeği burnunda Başbakan Westminister’ın bu çağrıyı zorunlu kıldığını öne sürdü. Muhalefette yer alan İşçi, Liberal Demokrat ve İskoç Milliyetçilerinin, Muhafazakârların  “küçük” çoğunluğu (331/650) yüzünden hükümetin Brexit konusunda çizdiği yol haritasına karşı çıkabildiğini söyleyen May çözüm için erken seçimi işaret etti. 2015 seçimlerinde büyük bir yanılgıya düşen anket şirketleri Torileri 20 puanlık bir üstünlüğe sahip olarak gösteriyor, Brexit bakanı David Davis başbakana bu fırsatı değerlendirmesi için baskı yapıyordu.

Sonuç ise İngiliz basınının şahane bir biçimde tabir ettiği gibi “geri tepen bir kumar” oldu. Muhafazakârlar Cameron’un bıraktığı çoğunluğu arttırmayı başarmak şöyle dursun parlamentodaki çoğunluklarını kaybettiler.

Sonuçlar May için tam anlamıyla bir felaket. Başbakan desteğini kaybettiği bir basın ve hem muhalefet hem kendi partisinden yükselen istifa çağrıları ile karşı karşıya kaldı.

İşçi Partisi’nin lideri James Corbyn ise halinden memnun. Olmalı da. Zira Corbyn geçerli oyların %40’ını alıp İşçilere Avam Kamarası’nda 32 iskemle daha kazandırarak parti içerisindeki bazı isimlerin şahsının “seçilemez” olduğu yönündeki yorumlarını itibarsızlaştırmakla kalmadı, yürüttüğü şen ve istekli kampanya süreci aralarında ABD Senatörü Bernie Sanders ve Yunan başbakanı Aleksis Çipras’ın da bulunduğu dünya solu tarafından takdir gördü.

Seçim sonuçlarının Brexit konusunda ne ifade ettiğini okumak güç. Ancak çoğu yorumcu ve siyasetçi May’in talep ettiği vekâletin verilmediği, yani halkın daha yumuşak bir Brexit talep ettiği görüşünde toplanıyor. AB ise günler içerisinde başlaması planlanan müzakerelerin seçim sonuçlarının yarattığı belirsizlik yüzünden ertelemesinden endişeli…

Seçimin yarattığı durum bu. “Şimdi ne olacak?” sorusu ise 9 Haziran sabahı itibariyle büyük ölçüde cevaplanmış gibi duruyor.  May Kuzey İrlanda’nın en büyük siyasi partisi olan Demokratik Birlik Partisi’nin (DUP) desteği ile bir azınlık hükümeti kurmaya soyunacak.  DUP Kraliçe’nin konuşması, güvenoyu, bütçe tasarısı gibi konularda Muhafazakârlara destek vermek suretiyle hükümetin önüne açmalarının karşılığında klasikleşen “Yap bize bi’ güzellik”lerin yanında Brüksel’le imzalanacak nihai anlaşmasayla Kuzey İrlanda’ya özel bir statü tanınmayacağının taahhüt edilmesini isteyeceği öngörülüyor.

Kanımca seçimin ortaya çıkardığı ancak cevapları henüz belli olmayan üç önemli soru mevcut.

Trump galbiyeti, İskoçya bağımsızlık referandumu, Brexit ve 2017 İngiliz seçimleri anket şirketlerinin seçmen psikolojisi tahmin ve tahlil etmesinin neredeyse imkânsız olduğunu mu gösteriyor?

İngiltere’nin yerleşik iki parti sistemi kendisine yabancı bir azınlık hükümetini böylesi kaotik bir dönemde barındırabilecek mi? “Cevabınız hayır ise neden, evet ise nasıl” diye de ekleyelim de kimse sınav sorularına hasret kalmasın.

Ve temel mesajı istikrar, ana vaadi ise güvenilirlik ve sağlamlık olan bir liderin bu denli öngörülemez kararlar alması onun orta vadede 10 Numara’ya ve Tori liderliğin veda etmesiyle mi sonuçlanacak?

En nihayetinde, başkaca münferit olayların getirecekleri soru ve cevaplarla şu sualin yanıtı öğreneceğiz sanıyorum: İstisna ilke olmaya devam edecek mi? Evet ise neden, hayır ise nasıl?

 

Leave a Reply