“Onlarınki ‘Sizinle bir gün evleneceğim.’ sözüyle lisede başlayan bir aşk masalı.”
“Öğrencisi öğretmenine verdiği sözü tuttu, onunla evlendi.”
“Kendisinden 24 yaş küçük eşinin yanında yaşlı görünmemek için giyimine dikkat ediyor.”
Malumunuz, insanımız her olaya magazinsel bir şekilde yaklaşmayı pek sever. Haliyle, Fransa’nın tarihi cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi Emmanuel Macron’un bu mevkiye nasıl geldiğinden çok eşi Brigitte Trogneux ile yaşadığı aşkın Türk basınında yer alması çok da şaşırtıcı bir durum olmadı. Evet, gerçekten de Fransa’nın yeni cumhurbaşkanının oldukça romantik olduğunu kabul etmek gerek, ama beyaz atlı prensimizin sahneye çıkmasını sağlayan asıl olgunun politik kariyeri olduğunu da unutmamak lazım.
Macron, hiç milletvekilliği yapmadan 2014’te Ekonomi Bakanı olarak politik kariyerine başlamasını bir bakıma dönemin cumhurbaşkanı François Hollande’ın partisiyle yaşadığı çekişmelere borçlu. Hollande, 2012 yılında Sosyalist Parti’nin adayı olarak cumhurbaşkanı seçildiğinde en büyük düşmanının “finans dünyası” olduğunu söylemişti. O zamanlar Hollande’a 5 yıl içinde verdiği sözle tamamen çelişen kararlar alacağını söyleseler, büyük ihtimalle kendisi bile inanmazdı. Zaman içerisinde Hollande, politik spektrumun giderek merkezine doğru kayarak iş dünyası yanlısı kararlar almaya başladı, bu da partisindeki sol kesimin tepkisine neden oldu. Hollande, kendilerini frondeurs [1] olarak nitelendiren bu kesimin hükümetindeki üyelerini tasfiye etmeye başladı, böylece liberal ekonomiyi savunan Macron’un hükümetteki macerası başlamış oldu. Bu genç ve karizmatik bakan, ilk başlarda kabinede çok dikkat çekmedi, ancak daha sonraları kendi adıyla anılacak olan bir yasayla tüm bakışları üzerine çekmeyi başardı. Pazar günleri çalışmayı mümkün kılan ve ekonomideki bazı
sektörlerdeki düzenlemeleri kaldıran “Macron Yasası”, sol kesimin tepkisini çekti ve ülke çapında protestolara neden oldu. Hollande’ın başbakanı Valls, anayasanın “49/3” maddesiyle parlamentoyu baypas ederek, tasarıyı “zorla” yasalaştırdı. [2] Bu yüzden, frondeurs tarafından “hükümetin liberal politikalarının poster çocuğu” olmakla suçlansa da bir önemi yoktu, Macron artık tüm Fransa’nın konuştuğu bir isim haline gelmişti. 2016 yılında partisinden istifa ederek En Marche! hareketini başlatan ve başkanlık için bağımsız aday olan Macron, Fransız sağını ve solunu birleştirmeyi hedefleyeceğini, merkez politikayı takip edeceğini açıkladı. AB ve NATO yanlısı duruşuyla, Fransa’nın ikonik “haftalık 35 saat” yasasının esnekleştirileceği söylemiyle, serbest ticareti ve market piyasasını savunan önerileriyle “globalleşme” vaadini sunan Macron, 2008’de Obama’nın kullandığı seçim kampanyasını andıran çalışmalarını sürdürdü. 1 yıllık partinin kurucusu, Fransız politikasına yabancı bir hareketin lideri, çok tartışmalı bir yasanın mimarı olan bu genç politikacı, gerçekten de seçimleri kazanabilir miydi? 7 Mayıs 2017 tarihinde Fransız halkı bu soruya çok net bir cevap verdi: Macron, Fransa’nın şu ana kadarki en genç cumhurbaşkanı oldu. Bununla da kalmadı, partisi parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde etti. Sıfırdan bir akım başlatması, bir parti kurması, en genç cumhurbaşkanı olması ve bütün bunları 1 yıl içinde başarması yetmiyormuş gibi, Macron Fransa’nın ana akım siyasi partilerini geride bırakarak tarihte bir ilke imza attı.
Peki, Macron’un seçilmesinin tek nedeni sunduğu vaatler miydi? Aslına bakarsınız pek de öyle değil, Macron ana akım siyasi partilerin içinde bulunduğu durumdan dolayı oldukça şanslıydı. Sosyalist Parti’nin (PS) yaşadığı kırılmalara yukarıda değinmiştim. 2016’da bir başka Çalışma Reformu için 49/3’ü kullanmaya kalkışması ise Hollande’ın intiharı oldu.
Başarısız da olsalar, PS içindeki muhalifler sosyalist hükümeti devirmek için gensoru önergesi vererek politik bir darbeye imza attılar. Kendi partisinin bile desteğini kaybeden Hollande, 5. Cumhuriyet’in halktan en az desteği gören cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. PS yönetimi boyunca ülkenin işsizlik oranında 10%’u görmesi ve Hollande yüzünden partiye olan desteğin azalması gibi unsurlar nedeniyle, PS’nin seçimlerden galip çıkması, Trump ve Brexit’ten çok daha büyük bir sürpriz olurdu. Merkez sağ da çok parlak bir durumda değildi. Göç konusunda aşırı sağa kaçan düşünceleri, 2008 krizini düzgün yönetememesi, söz verdiği gibi işsizliği azaltamaması ve skandallarıyla akıllarda kalan Sarkozy, merkez sağın günümüzdeki popülerliğini göstermek için iyi bir örnek. Cumhuriyetçilerin iktidarında da işsizliğin rekor seviyeleri gördüğünü belirtelim. 2017 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı eski başbakan François Fillon’un, eşine ve çocuklarına yapmadıkları işler için para ödediği iddiasına karışması ise bardağı taşıran son damla oldu. Bu skandal gündemdeyken Cumhuriyetçilerin seçimdeki şansları oldukça düşüktü. Fransız halkı, merkez sağın ve solun ekonomiyi geliştirememelerinden, işsizlik sorununa çözüm bulamamalarından, skandallarından, verdikleri vaatleri gerçekleştirememelerinden sıkılmıştı. Haliyle ana akım partilerinden umut ettiğini bulamayan Fransa, 2017 seçimlerinde çözümü başka alternatiflerde aradı. İlk turda merkezci Macron, aşırı solcu Mélenchon ve aşırı sağcı Le Pen’in toplamda oyların 60%’ından fazlasını almaları, halkın farklı arayışlara yöneldiğinin en büyük göstergesi. Dolayısıyla, Fransa’da ilk defa sağcı veya solcu bir cumhurbaşkanı seçilememesini tamamen Macron’un kişisel özelliklerine bağlamak iyimserlik olur, Macron’un başarısında merkez sağın ve solun düşüşe geçmesinin oldukça etkili olduğunu belirtmek gerek.
Macron’u oldukça zor bir 5 yılın beklediği ise şüphe götürmez bir gerçek. İşsizliğin azaltılması, ekonominin büyümesi, Orta Doğu sorunsalı, AB ve NATO’yla ilişkilerin düzenlenmesi, terör, 5. kez uzatılan olağanüstü hal Macron’u bekleyen ajandanın sadece bir kısmı. Esad’ın gitmesini Suriye sorununun çözülmesi için bir zorunluluk olarak görmediğini söyleyerek Macron, Rusya’nın söylemlerine yaklaştığının ve daha önceki Fransız hükümetlerinden farklı bir yol izleyeceğinin sinyalini de vermiş oldu. Ancak görev süresinin daha ilk ayından sorunlar patlak vermeye başladı, kabinesindeki Demokrasi Hareketi’nden 3 bakan, partilerinin yolsuzluk iddialarına bulaşmasından ötürü isttifa etti. Bu noktada, büyük bir optimizm furyasıyla göreve başlayan cumhurbaşkanının yuhalanarak görevden ayrılmasının bir Fransız geleneği olduğunu göz önünde bulundurarak, ilklerin adamı olan Macron’un yine bir ilke imza atarak bu geleneği bozmasını ummak eldeki en iyi seçenek olarak karşımıza çıkıyor.
Dipnot:
[1] Kökenini Louis XIV zamanında otoriteye karşı yapılan isyandan alan kelime, politika alanında isyan eden kişiler için kullanılıyor.
[2] “49/3” maddesine şu siteden ulaşılabilir: http://www.servat.unibe.ch/icl/fr00000_.html
Resimler:
http://en.rfi.fr/france/20161211-macron-offers-french-third-option-presidential-campaign
http://www.politico.eu/article/hollande-macron-france-news-greece/
http://blogs.ft.com/photo-diary/2016/04/french-anti-labour-reform-protest-in-nantes/
http://www.dailymail.co.uk/news/article-4482500/Macron-supporters-lock-lips-crowds-celebrate-win.html