Son zamanlarda doların yükselişi ve bunun ekonomiye yansımaları üzerine senaryolar dolaşıyor. Tabi işin o kısmı uzmanların bileceği iş; ama işin politik yansımaları, bu değişimlerin halka ne zaman ulaşacağı ve halkın nasıl tepki vereceği hayli önemli bir politik soru. İş nereye kadar gider, halk temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma gelir mi sorularının karşılığını bulmamız çok uzun vadeli bir sürecin sonunda mümkün olacak. Ama kısa vadede hepimizin şahit olacağı bir halk tepkisine yalnızca doların yükselişinin temel bir sonucu neden olacak gibi görünüyor. Biraz bu sonuçlardan ve bundan önce gerçekleşmemiş bu durumun, neden günümüz Türkiye’sinde gerçekleşebileceğinden söz edelim.
Yaşı tutmayanlar da bu hikâyeyi mutlaka duymuştur ailelerinden. 2001’de ülkemiz bir ekonomik krizle mücadele ederken Latin Amerika ülkesi Arjantin’de de benzer bir durum yaşanmaktaydı. O dönemde Arjantinlilerin silahlı eylemlerde bulunmasının yanı başında Türkiye’de kimsenin kamu huzurunu bozacak bir teşebbüste bulunmaması, ülkemizde nezih bir millet olduğuna bağlanır. Sabırlı, sakin ve kendinden çok vatanını seven insanlarla dolu bir ülke olmamızın sonucu olduğunu düşünenler çoğunlukta.
Ancak bence bunun bu sebeplerin dışında, daha objektif ve anlaşılabilir bir sebebi var. Arjantin bizden daha zengin bir ülke olmasa da, yokluğun getirdiği bir çözüm olarak içinde bulundukları koşullarda dâhi kendi lükslerini yaratmayı başabilmiş bir ülke. Onlara hayatı hatırlatan, yaşadıklarını fark ettiren pek çok şey; bizim açlık sınırı kabul ettiğimiz bir sınırda yaşanıyor orada. O sınırın da altına inildiğinde, burada olanın aksine “zaten fakirdik, sadece biraz daha fakirleştik” olmuyor tepkileri. Hayatı hayat yapan bazı şeyleri kaybediyorlar. Ve zaten fakirlikle boğuşan bu insanların elinde hiç bir şey kalmıyor.
Aynı krizin bizdeki sonucuna biraz değindik ama yine de birkaç şey daha var üstünde durulması gereken. Tatmin seviyemizi, bizden ekonomik olarak aşağıda olan bir ülkenin dâhi altına çeken sebeplerden bence en önemlisi, bizzat yaşadığımız topraklarda çok sayıda sıcak çatışma yaşanmış olması. Ayrıca bu tehdidin sürekli devam ediyor olması da destekliyor bunu. Haliyle imkânlarınız ne kadar geniş olursa olsun, açlıkla aranızda tek bir politikacının tercihi, ya da tek bir sözü kalıyor. Peki, bu gün nasıl durum ?
Son 15 yılda çok sayıda, her ekonomik sınıftan vatandaş diye başlayan bir sürü cümle duymuşsunuzdur sanıyorum: Özel hastaneye gidebilmek, eskiden lüks sayılan bir kahveciden kahve içebilmek ya da bir araba varken ikinciyi alabilmek… Şu bir gerçek ki, açlık korkusu Türkiye halkının zihninden çok uzaklara gitti geçtiğimiz 15 yılda. Tabi bu hızlı değişimin sebebi ve doğal gelişmeyen bu ilerlemenin sonuçları başka bir konu, ama sonuçta tatmin düzeyimiz kontrolsüz bir şekilde arttı. İşte doların yükselişi de, ilk olarak bu yeni alışkanlıklarımızı vuracak.
Çok basit bir denklem aslında bu. Her şeyi dışarıdan alıyoruz. Hele lüks saydığımız neredeyse istisnasız her şeyi dışarıdan alıyoruz ki hepsini de dolar cinsinden alıyoruz. Maliyetlerin artışı bir fincan kahveden, tuttuğunuz takımın oyuncusunun maliyetinden, gittiğiniz yabancı grup konserinden, o konserde satılan içeceğe kadar her şeyin ama her şeyin üzerinde bir etkisi olacaktır ve bir kere yükselen bu standartları çok uzun süre aynı düzeyde tutmak da pek mümkün olmayacaktır. Mucizevi bir değişimle ekonomimiz normale dönse dâhi, şu dönemde yaşanan sorunların belli oranda ve belli süre etkisi olacak mutluluk düzeyimize. O zaman daha net görebileceğiz 2001’deki sükunetin kaynağı doymuşluk muydu, yoksa daha acıkmamışlık mı.
Şimdilik finansal her değişimi bir epik söyleme bağlayarak algı yönetimi sağlanabiliyor gibi. Ama ben bunun uzun vadede mümkün olduğundan emin değilim. Bir şekilde sağlanan korkunç dikey yükselişi tam tersine çeviren bir sürecin ortasındayız. Tek bir insanın hayatında bile böyle hızlı değişimlerin psikolojik yansıması oluyorken, geniş kitleler üzerindeki uzun süreli etkiler çarpıcı olacaktır. Umarım bir an önce sebep açıklamayı bırakıp sebepleri yok etmeye konsantre oluruz. Yoksa, halktan gelen olumsuz tepkinin, olumsuz süreci defalarca katladığının örnekleriyle dolu tarih. Bakalım ne kadarından vazgeçmek zorunda kalacağız alıştıklarımızın ve ne kadarına tahammül edebileceğiz.