Gün geçmiyor ki Türk siyaseti yerinde saymaya, bir adım bile ileri gitmemeye devam etmesin. Türk siyaseti son 15 yıldır yerinde sayıyor. Aynı ideolojiler, aynı politikalar ve maalesef aynı liderler arasında sıkışıp kalmış bir Türk siyaseti izliyoruz. Geçtiğimiz günlerde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi Olağan Genel Kurulu ile bunu bir kez daha görmüş olduk. Aslında Türk siyasetinin tekdüze olmasının tek sebebi Kemal Kılıçdaroğlu değil. Hatta Ümit Kocasakal’ın adaylık için yeterli sayıyı bulamamış olması veya Muharrem İnce’nin seçilmemesi de değil. Maalesef sorun çok daha derin. Türk siyasetini matematiksel olarak incelersek durumun vehameti daha iyi anlaşılabilir. Optimist bir bakış açısıyla hala bir umut olduğu söylenebilir.
Türkiye siyaseti son 15 yıldır 3+1 parti ile şekilleniyor daha doğrusu kalıbını koruyor. AKP muhafazakar ve pragmatik politikaları adım adım uygulayarak amaçlarına birer birer ulaşıyor. +1 olarak bahsettiğim Kürt siyasi oluşumları(DTP ya da şimdiki adıyla HDP) AKP’nin Kürtlere bakış açısına göre politikalarını şekillendiriyor. HDP’yi +1 olarak nitelendirmemin sebebi en klişe tabirle bütün Türkiye’ye hitap edememesi ve politik olarak neredeyse hiç etkili olamaması. Son dönemde milletvekilliklerinin düşürülmesi ve göz altına alınmasıyla HDP’nin +1 niteliğini de kaybettiği söylenebilir. MHP’yi ise 16 Nisan Referandumu’ndan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Çünkü 16 Nisan öncesinde en azından görünüşte de olsa bir muhalif politika izlediğini söyleyebilirdik. Şimdi ise AKP’nin şemsiyesi altında AKP’den hiçbir farkı olmayan bir politika izliyor. MHP’nin AKP gölgesi altında kaybolduğunu düşünürsek geriye 2 kalıyor. Bu basit matematiksel hesabın Devlet Bahçeli’nin 40 yapar hesabı gibi durduğunun farkındayım fakat Türk siyasetinin teklik üzerinde nasıl sıkışıp kaldığını göstermek açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu yazının asıl konusu olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne gelince… Deniz Baykal ile tekrar popüler siyasete dönen ve Kemal Kılıçdaroğlu ile sol kesimin büyük çoğunluğunun oyunu konsolide eden CHP son 10 senedir yerinde sayıyor. Önder Sav, Emine Ülker Tarhan gibi gedikliler yerlerini Muharrem İnce, Bülent Tezcan gibi isimlere bıraktı fakat “sağdan da oy alalım” klişesi altında Türkiye’ye hiçbir yenilik getiremedi. Bu durumun çok açık örneğini de son olağan genel kurulda gördük. Sanki seçim üstüne seçim kaybedip, ellerindeki belediyelerden başka hiçbir varlığı ve etkisi olmayan CHP delegesi yine yeniden Kemal Kılıçdaroğlu’nu Genel Başkan yaptı. Üstelik bunu yaparken de Muharrem İnce’den başka kimseyi Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına aday çıkaramadılar. Aday olduğunu açıklayan Ümit Kocasakal adaylık için yeterli imzayı toplayamadı bile. Durumun asıl kötü yanı ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun tekrar başkan seçilmesi değil. Türkiye’nin ana muhalefet partisinin alternatif olarak öne sürdüğü isimlerin bile ne CHP için ne de Türkiye için büyük bir değişiklik beklentisi yaratamaması. Kaç kişi Muharrem İnce başkan olduğunda CHP’nin %30’u geçebileceğini düşünüyor mesela? Yeni sistemle birlikte %50+1 gerektiğine göre CHP’nin vizyonsuzluğu da daha iyi anlaşılabilir. CHP’nin bu vizyonsuzluğu da Türk siyasetinde hem demokrasi adına hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği adına çok önemli olan muhalefet sorununu ve milyonlarca insanın temsil edilememesi ve haklarının korunamaması sorununu beraberinde getiriyor. CHP’nin etkisizliği de göz önüne alındığında Türk siyaseti AKP tarafından tek başına kontrol ediliyor.
Umut olarak bahsedilebilecek olaylar ise kişisel siyasi görüşümden dolayı değil Türkiye’nin gerçek bir muhalefete ihtiyacı olmasından ileri geliyor. Son kongrede Selin Sayek Böke’nin başını çektiği sol cenah ve Meral Akşener başkanlık ettiği İyi Parti Türk siyasetine yeni bir soluk yeni bir vizyon getirebilir. Çünkü hem seçmen hem de Türk demokrasisi böyle bir siyasi gerekliliğe acilen ihtiyaç duyuyor.