Son birkaç aydır Türk siyaseti yepyeni bir döneme tanıklık ediyor. Recep Tayyip Erdoğan daha önce de “tek adamlık” ile eleştirilmişti fakat sözün hakkını bu kadar verdiği başka bir dönem olmasa gerek. Erdoğan ülkeyi tek başına yönettiği gibi en başarılı muhalefeti de yine kimseye kaptırmadan kendisi yapıyor.

Cam filmi tartışması ile başlayan ve MTV zamları ile devam eden AKP-Erdoğan gerilimi ilginç bir hal aldı. Ülkeyi yöneten başka bir partiymiş gibi arada ikilikler, uyuşmazlıklar çıkıyor. Söz konusu partinin liderine sıkı sıkıya bağlı bir ideolojiden gelmediği durumlarda, bu gayet anlaşılabilir bir durum. Fakat AKP-Erdoğan arasında öyle sıkı bir bağ var ki Erdoğan olmadan AK Parti de olmaz. Fakat şu da bir gerçek ki AK Parti olmadan Recep Tayyip Erdoğan rahatlıkta siyaset arenasındaki yerini koruyabilir. Çünkü Erdoğan figürü seçmen gözünde AKP’den çok daha fazlasını simgeliyor. Erdoğan da bunun farkında olduğu için rahatlıkla partisini eleştiriyor. Erdoğan’a “tek adamlık” statüsü verirken kelimeyi genel anlamından kopardığımın farkındayım fakat mevcut siyasette hükümeti de muhalefeti de Erdoğan temsil ediyor. Ne varlığı ile yokluğu fark etmeyen Kemal Kılıçdaroğlu ne de Suudi Arabistan-Robot ilişkisine değinerek gündeme gelen Devlet Bahçeli muhaliflik konusunda Erdoğan’ın yanına bile yaklaşamıyorlar. Bu yüzden kelimenin tam anlamıyla Erdoğan Türk Siyasetini tek başına domine ediyor.

Peki asıl merak edilen konu şu ki: Erdoğan bunu neden yapıyor? Erdoğan’ın kendi partisine zarar verecek  manevralarda bulunmasının sebebi ne? Aslında bu sorunun cevabı Erdoğan’ın siyasi geçmişinde gizli. Recep Tayyip Erdoğan sosyal darwinizm konusunda başarılı bir örnek verilebilir çünkü Erdoğan, Türk halkının nabzını en iyi tutan ve ona göre şerbet vermeyi çok iyi bilen bir isim. Erdoğan 16 Nisan referandumunu “şüpheli” de olsa kazandı ve artık önünde tek bir engel kaldı: 3 Kasım 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimi (erken seçim olmadığı sürece). Recep Tayyip Erdoğan’ın senelerce üzerine uğraştığı belki de bütün siyasi kariyerini üzerine kurduğu “mutlaki Cumhurbaşkanlığı” sistemini kurmak üzere ve bu makamı başka bir isime bırakmaya hiç niyeti yok. Burada Erdoğan’ı asıl endişelendiren şey ise %50+1’lik seçim kazanma barajı. Erdoğan şimdiye kadar sağ seçmeni konsolide edip karşı grupları dışlayarak her seçimden alnının akıyla çıkmayı bildi fakat şu andaki sınavı hepsinden daha büyük bir seçim sınavı olacak. Her ne kadar  Devlet Bahçeli 2019 seçimlerde destek vereceğini iddia etmiş olsa da İyi Parti’nin kurulmasıyla birlikte Devlet Bahçeli’nin siyaseten büyük bir etkisinin olabileceğini düşünmek oldukça güç. Bu yüzden Erdoğan kendi partisini zor durumlara sokup kendi kahraman gibi bu sorun ve tartışmaların ortasından ışık saçarak yükseliyor. Artık kendisine %50+1’lik bir sınır geldiği için Atatürkçülük yapıyor. Çünkü muhafazakâr ama şehirli ve eğitimli kesimin de oyuna ihtiyacı var. Bu oyları alabilmek için bu söylemlerde bu siyasi manevralarda bulunmak zorunda.

Erdoğan’ın bunda ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Fakat İyi Parti’nin kurulmasıyla Erdoğan’ın endişelerinin de arttığı açık bir gerçek. Çünkü İyi Parti’nin potansiyel kitlesi tam olarak da bu bahsedilen muhafazakâr ama eğitimli ve şehirli kesim. Hükümet yanlısı anket şirketlerinde bile %6’nın altına düşmeyen bir partiden bahsediliyorsa Erdoğan bu parti hakkında endişelenmekte oldukça haklı. Bir sonraki seçimler Erdoğan ve Anti-Erdoğan grupları arasında geçecek. Bu seçimin hazırlıkları ve siyasi manevraları şimdiden başladı. Seçimi kimin kazanacağını ön görmek oldukça güç ama Türk siyaseti hiç karşılaşmadığı ittifaklarla karşılaşabilir, hiç beklemediği kişilerden hiç beklenmeyecek beyanlar duyabilir. Atatürkçü, muhalif Erdoğan bunun için şimdilik yalnızca bir ipucu.

 

Leave a Reply

1 comment

  1. Albina Yılmaz

    Fazlasıyla öngörülü bir tespit olmuş. Özellikle şu sıralar gündemde pek göz önüne çıkmayan İyi parti’nin siyasete hızlı girişiyle değişebilecek güç dengelerine değinmeniz yazıya zenginlik katmış :)