Ortadoğu’da seyreden gelişmelere baktığımız zaman genelde Lübnan’ın çok ön planda olduğunu görmeyiz. Bu noktada Lübnan’ın nüfus, ekonomik kapasite, bölgedeki diğer Arap ülkelerinin aksine doğal kaynaklara sahip olmayışı ve sahip olduğu demografik yapının, ki bu tam 18 mezhep ve etnik gruptan oluşuyor, önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Zira Lübnan sahip olduğu bu etnik ve dini zenginliklerden, bağımsızlığını 1943’te ilan ettikten sonra Arap dünyası ve Ortadoğu’da gözde bir konuma yerleşmiş, bölgede finans ve turizm merkezi olmuştu. Ancak 1975’te bu hassas demografik dengenin siyasi düzene adilane bir şekilde yansımaması ve çeşitli dış müdahaleler sonucu Lübnan feci bir iç savaş sürecine girmiş ve ancak 1990’da bu iç savaşa son verebilmiştir. İç savaştaki taraflardan biri de ülkedeki görece geri kalmış, ülkenin güneyinde bulunması hasebiyle de sık sık İsrail askeri müdahalelerine maruz kalmış Şiiler olmuştur. İlk olarak Amal hareketi Şiilerin temsilcisi konumundayken zamanla yaşanan ayrılıklar sonucu 1985’te Hizbullah kuruldu. İsrail’in 1982’deki Lübnan askeri müdahalesinin Hizbullah’ın oluşumunu reaksiyonel anlamda hızlandırdığını da iddia edebiliriz.
1989’un sonlarına yaklaştığımızda Lübnan İç Savaşı’na son veren Taif Anlaşması sürecinde Hizbullah kritik bir dönüm noktasında idi. 1979 İran Devrimi’nin Hizbullah için ilk aşamada büyük bir motivasyon kaynağı olduğu gerçekti. Ancak bunun motivasyondan öte bir siyasi hedef olması, yani Lübnan’a İran tipi bir rejimi benimsetme hedefi ya da Lübnan siyasal sistemine katılıp düzenin bir parçası olmak bu dönüm noktasında verilecek en önemli karardı. Hizbullah liderliği, Lübnan’ın oldukça kompleks olan demografik ve dini yapısını göz önüne aldığında ilk seçeneğin gerçekçi olmayacağının farkına varıp Taif sonrası dönemde Lübnan’da siyasal bir aktör olmanın kararını verdi. Ancak Hizbullah’ı sıradan bir siyasal parti yapmayan, kimilerine göre ise terörist yapan unsur, Hizbullah’ın Lübnan’da tek devlet dışı silahlı aktör oluşu. Elbette bu, sağlıklı bir devlet anlayışında kolay kolay kabul edilemeyecek bir durum. Dolayısıyla Hizbullah, Lübnan’da farklı kesimlerden tepkiler alıyor ve halihazırda başta ABD olmak üzere birçok ülkenin terörist listesinde yer alıyor. Ancak Hizbullah, Lübnan’da silahlı mevcudiyetinin görece meşruiyetini tıpkı kurulduğu dönemdeki gibi İsrail’e karşı verdiği askeri mücadeleden alıyor. 2000 yılında İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinde önemli bir rol oynarken, 2006’da İsrail – Lübnan arasındaki 33 günlük savaşta İsrail’i beklenmedik bir şekilde başarısızlığa uğratması bu noktada önemli bir rol oynuyor.
Hizbullah’ın terör örgütü olup olmadığı şüphesiz literatürde önemli bir sorunsal. Bu noktada şahsi bir fikir belirtmekten ziyade yazımda bu sorunsalın Hizbullah özelinde köklerine eğilmeye çalıştım. Zira terörist tanımının objektif bir karşılığının olmayışı, klişe bir ifadeyle kiminin teröristi, kiminin özgürlük savaşçısı olması, devletleri tutarlı güvenlik politikaları oluşturma yolunda oldukça zorlayan bir etken olarak karşımıza çıkıyor.
KAYNAKÇA:
Abboud, S., Muller, B. (2012). Rethinking Hizballah. London: Routledge.
Ana Görsel: AP/Hussein Malla/File
Ara Görsel: https://www.albawaba.com/news/lebanon-commemorates-41st-anniversary-civil-war-828814