DÜNYANIN İLGİ ALANI: DOĞU AKDENİZ-BÖLÜM 2

 

Önceki bölümde aktardığım gelişmelere karşın Türkiye’nin faaliyetlerine göz atmak gerekir. Türkiye’nin faaliyetlerine ilişkin vereceğim bilgileri sondaj gemileri, KKTC’nin anlaşma teklifleri yapması ve Libya İç Savaşı olmak üzere 3 başlık altında inceleyeceğim. Öncelikle bölgede görev yapmakta olan 6. Nesil ilk yerli sondaj gemimiz olan Fatih sondaj gemisi, çok yüksek basınçlarda araştırma yapabilme kabiliyeti, iki kuleli olması sebebiyle aynı anda iki sondaj yapabilmesi ve hidrotermik araştırmalar yapabilen uzaktan kontrol edilebilir iki su altı robotik denizaltına sahip olması gibi özellikleri nedeniyle milli heyecanımızı yükseltmekte ve Doğu Akdeniz meselesinde en büyük yardımcı faktörlerimizden birini oluşturmakta. Fatih sondaj gemisi şu an da Kıbrıs adasının batısında, Yavuz sondaj gemimiz Kıbrıs adasının doğusunda ve Barbaros Sismik araştırma gemimiz ise Kıbrıs adasının güneyinde görev yapmaktadır. Yunan Medyası söz konusu bu çalışmaları Stratejik ortak haberine göre resimde de görüldüğü üzere  ‘’kuşatma’’ olarak nitelendirerek lanse etmiştir. Ayrıca 14 Temmuz 2019’da Yunan ve GKRY medyası Fatih sondaj gemisinin Baf çevresinde 170 milyar metre küplük doğal gaz rezervi tespit ettiğini iddia etti. Bu miktar Türkiye’nin yaklaşık olarak 3 yıllık enerji harcamasına karşılık gelmektedir. Tabi ki bu süreçte Milli Savunma Bakanlığı’ndan pek çok açıklama gelmekte. Bu açıklamalarda Deniz Kuvvetlerimize ait gemimizin ve hava vasıtalarımızın Fatih ve Yavuz sondaj gemimize ve Barbaros Hayreddin Paşa Sismik Araştırma gemimize refakat ettiklerini biliyoruz. Türkiye’nin bu hamlelerini kendi kıta sahanlığını teoride kabul ettiremese de fiilen kabul ettirme çabası olduğu yönünde yorumlayabiliriz. Bu çaba da elbette Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu geçersiz kılma planlarından kaynaklanıyor. Ayrıca söz

konusu bu gemilerimizin lojistik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla KKTC Maraş’ta bir deniz üssü kurulması üzerinde Türkiye ve KKTC anlaşmış bulunuyor. Türkiye’ye bu kadar yakın olan bir adaya lojistik destek amaçlı üs kurulmasının nedeni gerçekten de lojistik amaçlı olmasa gerek. Bilindiği üzere Türkiye’nin KKTC’de herhangi bir askeri deniz veya hava üssü bulunmamakta. Yalnızca kara birliklerimiz görev almaktadır. Orada bir deniz üssü kurarak bayrağımızı dalgalandırmak tabi ki Doğu Akdeniz’de ki ulaşım ağımızı geliştirip kolaylaştıracak ve çalışanlarımızda da bir güven duygusu oluşturacaktır. Ayrıca her ne kadar şu an çatışmalar yaşanmasa da veya bir savaş tehlikesi şu an için mevcut olmasa da ilerde bir gün çatışmaların yaşanması halinde hızlı bir lojistik desteğe ihtiyaç duyulacağı da bir gerçektir. Diğer bir mesele, Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti adanın güney tarafına pek çok anlaşma teklifi sunmaktadır. Yazıyı yazdığım zamanda bile yeni bir anlaşma teklifi sunulmuş durumda. Bu anlaşmalar neticesinde Türkiye ve KKTC’nin amacı bölgede daha fazla uyuşmazlık çıkarmadan her ülkenin menfaatine olacak şekilde paylaşımlar yapılması ve uluslar arası hukukun gözetilmesini savunmaktadır. Ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarih boyunca olduğu gibi KKTC’yi yok saymaya çalışmakta ve işbirliğini kabullenmemektedir. Tabi ki bu anlaşmaların sunulmasının sebeplerinden biri de işin realitesi açısından bakmak gerekirse Türkiye’nin sondaj faaliyetleri yapmak, kararlı bir duruş sergilemek ve anlaşma teklif etmek dışından yapabileceği pek fazla bir şeyinin olmamasıdır. Doğu Akdeniz bölgesinde ki her devletin karşımızda durması ve bize karşı haklarımızı gasp edecek faaliyetler de bulunması sebebiyle Türkiye’nin bölgede ne yazık ki KKTC dışında bir dostu bulunmamaktadır. Bunun sebepleri üzerinde durmayacağım. Ancak bölgede bir ülke kaldı ki onu hala kaybetmiş değiliz. Onun üstünde durmak bizim yararımıza olacaktır.

Kaddafi dönemindeki generallerden biri olan Hafter, Çad Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi üzerine Kaddafi ile arası açıldı. 1 yıl sonra Toyota Savaşı’nda tekrardan yenilip esir düşmesi üzerine Kaddafi tarafından hain olarak ilan edildi. Bu dönemde Hafter CIA teşvikiyle Kongo’ya kaçtı ve orada askeri bir kanat kurmaya başladı. 1996’da Libya İç Savaşı’nı başlatan Hafter başarısız olunca Avrupa’ya kaçtı. Burada Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından korundu ve 2011 yılında Kaddafi’nin ölümü üzerine İç Savaş çıkması nedeniyle ülkeye tekrardan geri dönüp savaşın en önemli generallerinden oldu. Ardından Libya Ulusal Kongresi’ni kurarak kendi hükümetini oluşturdu. Asker desteği olmasına rağmen halk desteğinden yoksun olması tüm ülkede etkin olmasını engelledi. Zaten yeteri kadar maddi gücü de yoktu. Hafter ordusuyla (ordu dediğime bakmayın farklı çetelerin bir araya gelmesi) birlikte Trablusgarp Hükümetine karşı savaşmaya başladı. Bu dönemde meşru hükümet olan Trablusgarp hükümeti hem El Kaide ile hem de IŞİD ile yaptığı savaşlar sonucunda zayıfladı ve IŞİD’in yenilmesiyle birlikte maddi gücü de azalınca Hafter’e karşı verdiği savaşta bunun yan etkilerini fazlasıyla gördü. İyice ilerleyen Hafter güçleri başta Tobruk olmak üzere petrol rafinelerinin bulunduğu sahil bölgelerini ani bir saldırıyla el geçirdi. Hafter’in bu kadar hızlı ve başarılı planlarla buralara kadar gelmesi tabi ki kendi ürünü değildi. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır en büyük destekçileriydi ve hatta savaş uçaklarının verildiği veya destek olarak gönderildiği de konuşulan bilgiler arasındaydı. Ayrıca Hafter’e ait bir helikopterin düşmesi sonucu helikopterin içinden Fransızlara ait füzeler çıktı. Bu şartlar altında tam da Hafter’in Trablusgarp Hükümetini belki de bitirmeye hazırlandığı sırada Türkiye Kirpilerinin ve zırhlı araçlarının Trablusgarp Hükümetine doğru yola çıkma videoları ortada dolaşmaya başladı. Özellikle Bayraktar markalı Türk İHA’larının da destek olarak gönderildiği haberleri yayıldı. Ne hikmettir ki bu yardımlardan sonra Trablusgarp Hükümeti Hafter’i yenilgilere uğratarak derin bir nefes aldı ve hatta birkaç petrol rafinesi sahil bölgelerini de geri ele geçirdi. İHA’lar sayesinde Hafter’in ilerleyişinin durdurulduğu ve şu aşamada çatışmaların dengelendiği söyleniyor.

Bu bilgiler bizim için neden önemli? Dediğim gibi Doğu Akdeniz bölgesinde bizimle çalışan veya bize destek çıkan herhangi bir ülkenin olmaması Türkiye’nin herhangi bir ülkeyle bir anlaşma imzalayarak ortak bir MEB yayınlamasını engelliyor. Kalan son ülke Libya. Libya’nın da kaybedilmesi halinde bu bölgede bizimle ortak çalışma kurabilecek herhangi bir ülke kalmamış olacak. Türkiye’nin bu durumda Libya’da yapmak istediği şey ya karmaşa ortamının Hafter lehine bitmesini önleyerek Libya’nın da Türkiye karşısında yer alarak bir MEB alanı yayınlamasını önlemek veya savaşı Trablusgarp Hükümetinin kazanmasını sağlayarak Mısır’ın hemen yanında bulunan Libya ile ortak bir Münhasır Ekonomik Bölge haritası yayınlamak. Şu süreçte her ne kadar Birleşmiş Milletler Hafter’e karşı olsa ve savaşı durdurma çağrısı yapsa da BAE, Suudi Arabistan ve Mısır destekli Hafter’in savaşı kazanması halinde ABD’nin ve İsrail’in yanında yer alacağına kuşku yok. Bu nedenle temennimiz ya savaşın bitmemesi ki ölen sivilleri ve askerleri düşünürsek bu kimsenin isteyeceği bir şey olamaz, ya da savaşı Trablusgarp Hükümetinin kazanması. Belki ülkede düzen kurabilmek adına yanımız da yer almasa bile karşımızda durmama ihtimali ağır basmakta. Ancak tabi ki ne olacağını kimse bilemez. Siyaset menfaatlerin çatıştığı bir alandır.

Doğu Akdeniz kapsamında ek olarak bir de Rusya-Türkiye ilişkilerine bakmak gerekir.

Doğu Akdeniz’de Rusya-Türkiye İlişkileri

Doğu Akdeniz’de ki tansiyon yükseldikçe Türkiye yeni ittifaklar arıyor ve aramaya devam ediyor. Bu ittifaklar arasında tabii ki Rusya ve Çin büyük bir fırsat. Ancak şu ana kadarki süreçte Türkiye Rusya’nın veya Çin’in herhangi bir yararını veya desteğini görmüş değil. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Rusya Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine diğer ülkeler kadar sert tepki de vermiş değil. Yani Rusya destek vermediği gibi köstek de olmuyor. Elbette son zamanlardaki Rusya ile ilerleyen ilişkilerimizin ABD ve AB ile aramızın açılması nedeniyle de bozulmasını istemediği bir dönemden geçmemiz fazlasıyla etkilidir. Bu süreçte Rusya’nın desteğini aramak yapabileceğimiz en faydalı iş olacaktır. Bu nedenle de S400 hava savunma sistemlerinden dönmemek gerektiği dile getirilmekteydi ve öyle de oldu. Özellikle Rusya’nın Birleşmiş Milletler daimi üyesi olması ve bu sebeple de Türkiye’ye karşı alınabilecek herhangi bir tehlikeli girişimi engelleme şansının olması Rusya’nın önemini bizim açımızdan bir kat daha arttırmaktadır. Söylediğimiz bu cümleleri Rusya’nın da bilmesi sebebiyle Rusya’nın bizi hangi kararlarla baş başa bırakacağı benim açımdan büyük bir merak konusu. Tanrı Rus’a demiş ‘’Ne dilersen dile ama ne dilersen komşuna iki katını vereceğim.’’ Rus da ‘’bir gözümü çıkar’’ demiş. Rusya ile ileriki dönemlerdeki ilişkilerimiz örtülü Rus destekli Fırat’ın doğusuna yapılacak bir operasyona da dönüşebilir. Çünkü başlarda hem Rusya’nın hem de ABD’nin kara ordusu gibi hareket eden PYD son zamanlarda yalnızca ABD piyonluğuna soyundu ve bu durum Rusları rahatsız etmeye başladı. Her ne kadar bu operasyon işimize yarasa da ne zaman Türkiye Rusya desteğini arasa bu durum Türkiye’ye büyük felaketler ile geri dönmüştür. Tarih genelde yanılmaz ancak umarım bu sefer böyle olmaz.            

 

Misafir Yazar: Batıkan İlker Yıldırım

KAYNAKÇA

Doğu Akdeniz’deki Yetki Alanı Meselesi

https://www.reuters.com/article/us-cyprus-turkey-eu/eu-threatens-turkey-with-sanctions-over-cyprus-drilling-draft-idUSKCN1U610J

https://www.havayolu101.com/2016/06/16/avrupa-birligi-korfez-ve-turkiye-ile-hava-trafik-anlasmalari-yapmanin-pesinde/

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Haber Arşivi (Mart – Nisan 2019)

https://www.youtube.com/watch?v=xMg3Oa7ccj0

https://www.youtube.com/watch?v=mz7FDfE6oR0

https://www.youtube.com/watch?v=dcZNGCvquyg

https://www.youtube.com/watch?v=Yw4uPlAAv3s

https://www.youtube.com/watch?v=1M4FHnLlGzE

Leave a Reply