Fransa’da yaklaşık bir aydır ciddi eylemler ve protestolar devam ediyor. Hükumetin akaryakıt fiyatlarına zam yapmasının ardından, her araçta bulunması zorunlu olan sarı yeleklerini giyen yurttaşlar protestolara başladılar. Öncelikle Champ-Elysee’de yürümek istediler, olaylar buna izin verilmemesinin ve başka bir alan gösterilmesinin ardından başladı. Paris’te başlayan protesto dalgası, önce Fransa’nın diğer şehirlerine ve yakın zamanda Hollanda ve Belçika gibi komşu ülkelere de yayıldı. Protestolar ekonomik gerekçelerle başladı; çünkü Avrupa’nın en pahalı akaryakıtını kullanan Fransızlar bir de bu ürüne zam yapılmasına katlanamamışlardı. Fakat eylemler hakkındaki en tartışmalı görüşler eylemcilerin siyasi kimlikleri ve emelleri çerçevesinde devam etti.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, şu ana kadar bu makamı işgal eden en az popüler kişi konumunda. Macron, Nanterre Üniversitesi’nde felsefe okudu. Daha sonra ekonomi bakanlığında ve özel bir bankada çalıştı. Genç yaştan itibaren üyesi olduğu Sosyalist Parti’de görevler aldı. Valls Hükumeti’nde Ekonomi Bakanı oldu. Macron daha sonra partiden ayrıldı ve kendi partisi “En Marche!”ı kurdu. En Marche hala sola daha yakın dursa da, esasında bir merkez partisi. Piyasa ekonomisini ve küreselleşmeyi savunuyor ve Fransa’daki en AB yanlısı parti olarak görülüyor. Macron 2017 Başkanlık Seçimleri’nde aday oldu ve ikinci tura kalmayı başardı. İkinci turdaki rakibi, cumhuriyetçi Fillon ve solcu Melenchon’u kıl payı ile geçen aşırı sağcı Front National’in adayı Marine Le Pen idi. Le Pen babasından devraldığı partiyi gençleştirmiş, belirli açılardan meşrulaştırmış ve AB entegrasyonu ile mülteci akınından şikayetçi Fransız seçmenlerinin desteğini almayı başarmıştı. İkinci turda Le Pen karşısında Macron lehinde bir oy birliği oluştu, Fransa’nın demokratik değerlerine inanan siyasal yelpazenin çeşitli yerlerindeki yurttaşlar ehven-i şer olarak Macron’u desteklediler. Ona oy veren çoğu insan aşırı sağın yükselişinden duydukları kaygı sebebiyle veya daha basit olarak Le Pen’den daha gerçekçi buldukları için bunu yaptılar. Seçimi emanet oylar ile rahatça kazanan Macron seçimlerin ardından kimilerine göre otoriter bir politika izledi. Fransa’nın cumhurbaşkanına oldukça geniş yetkiler sağlayan tartışmalı yarı-başkanlık sistemi, Macron’a hareket serbestisi sağladı. Macron toplumun ve seçmenlerinin arzularını göz önünde bulundurmayarak bir dizi popüler olmayan politikaları yürürlüğe soktu. Kimilerine göre bu politikalar zenginleri kolluyordu ve ekolojik gerekçelerle yapılan akaryakıt zammında olduğu gibi, faturayı hep daha yoksul yurttaşların sırtına yüklüyordu. Macron’un bu tip ekonomik politikaları, kibirli üslubu ve bir yandan da Avrupa Birliği’ne ve küreselleşmeye verdiği destek, onu Fransızların gözünde istenmeyen adam haline getirdi. Pek çok kamu oyu araştırmasının gösterdiği üzere Fransızlar AB’nin derinleşmesi sürecine kuşkuyla yaklaşıyorlar, ancak AB Ordusu gibi bu tip önerilerin ardında Macron’un imzası var.
Bu durum eylemlerde aşırı sağın neden yüksek oranda temsil edildiğini açıklamaya yardımcı oluyor. Le Pen ve partisi, tam da AB’ye karşı geliştirdikleri kuşku sayesinde oldukça popüler olmuşlardı veya bu oldukça önemli bir etkendi. Ulusal Cephe’nin başka bir taktiği, dünyanın her tarafındaki sağ popülist partilerin yaptıkları gibi ulusu dürüst, temiz, çalışkan, sade yurttaşlar ile onlara tepeden bakan, onları aşağılayan elitler arasında bir antagonizma kurmak olmuştu. Böylece sokaktaki sıradan insanın sesi olmayı hedefliyorlardı. Şeytanlaştırdıkları elit ise Macron’un şahsında kişiselleşmiş denilebilir. Macron agnostik bir kişi ve alışılmadık bir evliliği var; elit bir eğitim kurumundan mezun ve Rotschild’in bankasına çalışmış. Sarı Yeleklilerin (Gilets Jaunes) çoğunlukla taşralı, hatta köylü, orta yaşlı beyaz Fransızlar olduğunu düşünürsek Macron’un bu özelliklerinin neden kışkırtıcı olduklarını tahmin edebiliriz.
Eylemciler geleneksel sendikaların önderliğini kabul etmeye yanaşmadılar çünkü onları da düzenin bir parçası olarak görmüş olmaları muhtemel. Öte yandan Fransız solunun çeşitli fraksiyonları eylemciler arasındaki yabancı düşmanı ve ırkçı unsurların varlığından rahatsızlık duysalar da zamanla bunların genelleştirilemeyeceğini belirttiler ve eylemlere destek verdiler. Bugün en çok aşırı sağ ve aşırı sol partilerin seçmenlerinin eylemlere destek verdiği belirtiliyor. Zamanla katılımcıların yaş ortalamalarında da bir düşüş gözlendi. Sarı Yelekliler, herhangi bir önderlik veya sözcülük mekanizmasına sahip değil. Başbakan Edouard Philippe, eylemcileri temsil eden bir heyet ile görüştü ve akaryakıtlara yapılan zamları geri çekeceğini bildirdi, eylemcilerin taleplerini cumhurbaşkanına ileteceğinin sözünü verdi. Fakat ne Philippe’in bu hamlesi ne de Macron’un tansiyonu düşürmeye yönelik demeçleri eylemcileri yatıştırmak için yeterli oldu. Öte yandan Trump da Twitter hesabından eylemcilere destek verdi ve eylemcilerin kendi lehine sloganlar attıklarını iddia etti. Erdoğan, Fransız polisinin aşırı şiddet kullanmasını eleştirdi ve Fransızların “zulüm 1793’te başladı” demeyeceklerini temenni ettiğini belirtti.
Birçok insan ekonomik sebeplerle sokağa indi, yükün çok fazla yoksul ve orta sınıftan insanların sırtına bindirilmesinden şikayetçiydiler. Macron’un otoriter ve kibirli yönetim tarzından bıkan insanlar da onlara dahil oldu. Fakat Fransa’daki birçok solcu entelektüelin veya azınlık gruplarından birçok insanın eylemcileri yabancı düşmanlığı gibi özellikler ile itham etmesi kafalarda soru işareti yarattı. Ekonomik ve siyasal sebeplerin yanı sıra, elitlerin kozmopolitliğine, AB’ye ve küreselleşmeye yönelik kültürel bir isyan olma boyutu olduğunu da iddia edebiliriz eylemlerin. Yani Sarı Yelekliler çok heterojenler, eylemlerini de bir-iki sıfat ile nitelemek oldukça zor. Buna kapitalizm karşıtı bir isyan da denilebilir, yükselen sağ popülizmin ilk kitle hareketi de.