Marksist iktisatçı ve emekli akademisyen Korkut Boratav, Bilkent Üniversitesi Sosyalist Düşünce Topluluğu’nun düzenlediği “Yeni Bir Ülke İçin Düzenin Putlarını Yıkalım” başlıklı konferanslar dizisi çerçevesinde Bilkentli öğrencilerle buluştu. Sosyalist Düşünce Topluluğu tarafından, Türkiye siyasetiyle ilgili ekonomi, demokratikleşme gibi belirli konularda egemen güçlerin dayattığı olumlu bakış açısının iç yüzünü tartışmak amacıyla düzenlenen “Düzenin Putlarını Yıkalım” konferanslar dizisi, “Ekonomi Tıkırında”ymış başlıklı ilk ayağıyla Korkut Boratav’ı ağırladı.
Sosyalist Düşünce Kulübü’nün konferanslar hakkında genel bilgi vermesinin ardından konferansı başlatmak üzere söz Korkut Boratav’a bırakıldı. Son yıllarda ülke ekonomisine dair “Ekonomi Tıkırında” söyleminin ne kadar doğru olduğunu tartışmak gerektiğinin altını çizen Boratav, konuşmasına kamuoyu kabullenişini vurgulayarak başladı. Özellikle iktidar cephesi tarafından Türkiye ekonomisi üzerinde estirilen olumlu bakış açısının gerçeği yansıtmadığını belirten Boratav, medya ve kamuoyunun da bu durumu sorgulamadan kabullendiklerine dikkat çekti.
Türkiye’yi teğet geçtiği söylenen son ekonomik krizin, sanılanın aksine sistemin çevresinde kalan ekonomilerden çok metropol ekonomileri etkilediğini söyleyen Boratav, çevre ekonomilerin yalnızca büyüme süreçlerini yavaşlatarak krizi atlattığını belirtti. Buna karşılık Boratav’a göre, Türkiye son kriz dalgasından en çok etkilenen 4-5 ülkeden biri oldu. Buna rağmen kriz kamuoyunda, ülkeyi etkilemiyor şeklinde yer buldu.
Bunun nedenini ise Türkiye’nin kırılgan ekonomik yapısı nedeniyle krizden hızlı etkilenmesi ve krizin etkilerini de aynı hızda geçiştirebilmesi özelliğiyle açıklayan Boratav, kırılgan ekonomi özelliğinin Türkiye’yi yeni bir etkilenmeye daha da açık hale getirdiğine dikkat çekti.
Ardından neo-liberal ekonomi döneminin bilançosuna değinen Boratav, AKP hükümetinin bütünün bir parçası olduğunu, tablonun bütününü görebilmek için ise 1980 darbesinin başlangıç kabul edilerek konuya yaklaşılması gerektiğinin altını çizdi. Boratav’a göre, 1960-70’lerde emek cephesi tarafından edinilen göreli kazanımların hazmedilememesi sonucu sermaye cephesi saldırılarına başladı. Bu nedenle Boratav, neo-liberalizmin gerçek adının sermayenin sınırsız egemenliğini sağlamak isteyen saldırılar olarak nitelendirmenin uygun olacağını belirtti. 1980’lerde yapılan hukuki düzenlemeler, önce sıkıyönetim eliyle, daha sonra da bu dönemin ürünü olan iktidarlar tarafından uygulandı.
1989 yılıyla, bahar eylemleri ve grevlerle sesini yeniden duyurmaya çalışan emek cephesinin, 1993 itibariyle yeni kazanımlar elde ettiğini söyleyen Boratav, 1994 krizinin, emek-sermaye çelişkisini sermayenin lehine düzelttiğini vurguladı.
1998-2008 dönemini ise makroekonomik politikalar açısından Türkiye’nin IMF yönetiminde kaldığı dönem olarak adlandıran Boratav, enflasyonun hedeflenerek bütçenin borç yükünün kesintisiz devam ettirilmesi şeklinde işlev gördüğünü belirtti.
AKP dönemine de kısaca değinen Boratav, bu dönemin başlıca özelliklerinin IMF reçetelerinin ödünsüz uygulanması ve Dünya Bankası politikalarıyla gösterilen yapısal uyumlar, yani reformlar olduğunu söyledi. Boratav’a göre reformlardan korkulmalı, çünkü reformlar sermayenin iç paylaşım sorunlarını çözmek amacıyla devletin bölüşüm ilişkilerinden çekilmesini, yani ekonominin tamamen piyasaya teslimini ön görüyor. Bu durum da, komşu ülke Yunanistan’daki emekçilerin reformlara karşı çıkışı örneğini hatırlatıyor.
Konuşmasını, son zamanlarda sıkça tartışılan “Türkiye için %4 büyüme çok mu, az mı?” sorusuna cevap vererek bitiren Boratav, olağanüstü gerilim ve yarışma konjonktüründe %9-11’lerde büyüme kaydeden ekonomilerin varlığına bakıldığında ve 60-70’ler Türkiye’sinin ekonomik büyümesinin %6 civarında olduğu düşünüldüğünde, %4’ün günümüz Türkiye’si için “ne köy ne de kasaba” olacağını belirtti.